Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce

Adım yoktu çünkü doğulu bir kadın olarak adımdan önce kadın kimliğim öğretildi.

Adalet sisteminin cinsiyete tabi olduğunu fark ettiğimde hezeyanlar içinde yaşadığımın altı kalın harflerle çizilince, flu bir dünya çizdi çocuk aklım.

Güçlü bilek  erkeklere göreydi ama güçlü bilginin cinsiyet ayrımı olamayacağına göre ve kutsal kitaplarda Tanrı’nın” parayı istediğine, ilim irfanı isteyene verdiği” sözünü kendime ilke edindim.
Francis Bacon bilmek güçtür diyordu ama yüzyıllar önce eminim yaşadığımız günleri görse ” en büyük güç uyumlu birey olmaktır” derdi.

Yalan dünyadan bezme pahasına hem okudum hem de yazdım…

Okudukça aydınladı dünyam… Yazdıkça gerçekleşti hülyam…

Bunu elde etmem kolay olmadı ama tüm ayrımcılığa karşı mücadelede düşündüğünü çekinmeden söyleyen, söylediğini ceza alma pahasına inkar etmeyen, varlığını sabırla inşa eden kadınım ben, şimdi korkusuzca söyleyebilirim adımı .

“Kadınlar gibi gülme” denen yerde kadınların gülmesi yasakken ,her şeye rağmen gülümsüyorum size küçücük penceremden…. -Devamı »

İnsanın kendi yaşamının kopuk sayfasını  anlatması hiç kolay olmuyor…  Yazı yazmayı varoluş biçimi olarak belirleyen birinin elinde olmayan nedenlerle yazıya ara verdikten sonra ilk yazı yazma biçimi ise hayli acemice  oluyor.

Klavye tuşları ile monitör arasında sıkışık kalıyor gibi geliyor önce sözler ,sonra parmaklar ,sonra da gözler derken tüm beden hatta gitgide evren…

Boşluklar…. Derin derin boşluklar oluşuyor… Sözcükler arasına basılı kalan boşluk tuşu ile uzun uzun sürüp giden o hain boşluklar….

Bir türlü istenilen söze, aranan vurguya, kullanılması gereken noktalama işaretine, heceden kelimeye doğru giden yolda ulaşması beklenen cümleye, tüm aramalara karşın  bir türlü ulaşılamaz…

Dilek  kiplerini (yazmalı) haber kiplerine(yazıyor) çevirmek adına tüm çabalar boşa…

Beklemek boşuna, ilham gelince haber verir nasılsa…

Derken, bir gün” yazılmadık ne kaldı ki? ” sözüyle  hiç umulmadık bir anda karşılaşınca, tüm vazgeçirme çabasına rağmen yazmaktan  vazgeçmemenin hazdan öte,  büyük bir tutku olduğu fark edilince, yazmanın aslında  yazgı olduğuna dair bir düşünce gelişti zihnimde.

” Yazılmadık ne kaldı ki? ”

Yazı yazmak istediğini belirten bir öğrencinin, hocasından gelen cevap bu:

” Yazılmadık ne kaldı ki ? ”

Denilen o ki ; hoca bu sözü söyleyip öğrencinin yazı yazmaktaki kararlılığını ölçmek ister
ve ekler : ” her söz yazılı…”

Yüksek ihtimalle hocanın buradaki ” ..yazılı ” derken atıfta bulunduğu şey; kutsal kitaptır ancak,
hoca da yazardır.

Yazı yazan birinin ” yazılmadık ne kaldı ki ? ” demesi daha anlamlı gelir öğrenciye.
” Yazmak istiyorum çünkü …..” diye tamamlamak istese de sözü tam olarak bitiremez, öğrenci utancından. -Devamı »

Sevdiği yazarın kitabını hediye almak ne güzeldir. Hele bu yazarın kitaplarının yeni basımı olmadığı için, istenilen kitaba ulaşmak neredeyse imkansızken…

Sevgiyi anlatmanın yolunun en özel yanı bu olsa gerek herhalde…

Bir arkadaşımın başından geçen olay bu yazıyı yazmamı gerektirdi diyebilirim.

Çok sevdiği arkadaşıyla konuşurken arkadaşım,  arkadaşı ona  sevdiği yazarın kitapları tükendiği için bulamadığından dem vuruyor.

Uğruna çok şeyi yapmaya gönüllü arkadaşım; yazarın yayınevini arayıp yeni basım için yalvarıyor . Ancak amacına ulaşamayınca, fotokopisine bile razı olduğunu, bunu değerli bir arkadaşı için yapmak istediğini belirtince, yayıncı firma buna razı oluyor.

Birkaç güne kalmaz fotokopiyi  göndereceklerini söyleyince, arkadaşım da sevinçle arkadaşını arayıp durumu bildiriyor.

“Birkaç gün içinde kitap eline ulaşır” diye sevinçle övgüyle konuşurken…

“Hayır” diyor arkadaşı, ” bu kadar değerli bir şeyi kabul edersem senin zaafından yararlanmış olurum.
Ben seni arkadaş olarak seviyorum kitabı elde etmek uğruna bu dostluğu bozamam” deyince..
Arkadaşımın dünyası başına yıkılıyor ister istemez…

Üzüntüden divaneye dönen arkadaşım, bir gün yayın evinden gelen, “size kitabınızı gönderdik gelen talep üzerine de yenisi basıma verdik “deyince daha da kötü oluyor…

Arkadaşı bir gün mesaj çekiyor ona, ” o kitabı almadığıma sakın üzülme yeni baskısı elimde…”
Aynı zamanda albümleri olan yazarla yapılan bir röportajda ;
Albümün açılış parçasında “sağlam erkeğim yok” diyorsunuz. Kadının illa bir sağlam erkeğe ihtiyacı var mı? -Devamı »

Edebiyat sanat değil ; savunma mekanizmasıdır aslında…

Aksi olsa, bazı savunma mekanizmalarının edebiyatta karşılığı söz sanatı olur muydu hiç ?

Peki ama nasıl oluyor da, edebiyattaki bazı söz sanatları psikolojide savunma mekanizmaları  olarak karşımıza çıkabiliyor?

Bu inter disipliner bir durum mu ?  bilinç akış yöntem sonucu mu , yoksa bu bir semptom mu ?
Ayırt etmek gerçekten zor…

işte söz sanatları ile savunma yöntemleri arasındaki benzerliklere birkaç örnek :

Öyleyse, yazarlık bilinçli bir hastalıktır diyebiliriz.

Bu durumda, ” sanat sanat için..” veya “sanat toplum için…” deği l; sadece ve sadece kendini  savunma için… -Devamı »

“Bütün dünya kafanızın içindeyse neyin gelecek olduğunu neyin gerçek olmadığını nasıl anlarsınız?”
Sırf bu söz yüzünden bile olsa mutlaka izlemek istedim Tracey’in Yaşamında Kesitler filmini…
Bu söz hayatımın bir balon olduğunu görmeme yetti de arttı bile…
Gerçek var mı, varlık alanında mı?
Suçu gerçek olmalı ve derhal cezalandırılmalı…

Filmin akışına uyum sağlayan zihnim bu soruları cevaplayacak birilerini ararken…
Hayatı kendi anlam dünyasında sorgulayan  Tracey,  bu aşk mı , gelecek mi sonsuza kadar mı diye sorarken;  diğer yandan da, elinden dergisini düşürmeden yaşamındaki gerçekliği arıyor…
O anki hayalleri….
“Güzellik her şeyi nasıl da yakıp yok ediyor.Bu şekilde dünyanın kalanı hatta ben bile yok oluyorum.”

Tıpkı Tracey’nin Yaşamından Kesitler filmindeki gibi, karelere bölünmüş bir ekrandan insanların kendi yaşamında yarattığı hezeyanı  görebilmek mümkün olsa keşke.
Yüzleşebilmek için kaç ömür gerekli, kaç gece, kaç sonbahar kim bilir?
Tracey 13 yaşında kendinden nefret eden normal bir kız olduğunu iddia etse de, henüz sözün başında bize hayatın pek de alışılmadık penceresinden bakmaya zorluyor..
“Ben çok tutkulu biriyim sevmek için doğmuşum” diyor ama daha doğrusu onunki daha çok sevilme ihtiyacı…
Her gece ruh haline göre farklı otobüse binmeyi severim” diyor Tracey,
“Tracey bunalımda olduğumda bunalımdaki başka insanların yanında olmayı severim ve mutlu insanlar beni çok bunaltırlar” diyor birçok mutsuz insan gibi.

Tam da filmdeki en çok beğendiğim replikteyim ama kareler arasında gezinirken kayboldum.
Tracey özgürlüğü keşfetmeye çıkarken bu güzel sözü yanına alıyor “kimse beni durduramaz, kimse olduğum yerde tutamaz.”

Aslında düğmelerini asimetrik ilikleyen biri ne kadar ilgi çekerse Tracey’ de ailesinin o kadar ilgisini üzerine çekmek isteyen biri. Nereden bakılırsa karelerdeki yaşam kesitleri her ne kadar parça parça görünse de bütünün kırılmış hali gibi üstelik kardeşini köpek gibi görmekte..

“Ben düşündüğün gibi değilim aptal değilim,
devasa kar yığınları ve soğuk ısırığı… adım Tracey
üzeri car çaplı koşup keşfettiğim harika bir hayatım var ve inanılmayacak ne var…”  diyor.

“Estuaro Palamumu geldiğim şehrin rengi” diye hayali isimler bulan Tracey, kendi kurguladığı filmin de aynı zamanda başrol oyuncusu oluyor…
“Winnipeg film sunar
Tracey Berkowitz
T B Vakası
Oynayanlar: Babam, adi Cezbıyıın, annem
otobüsteki adam
kaçık bir kadın
adi
Yardımcı başrol Sony
Haberlerde iki delinin çocuk yaptığı kişi benim” diyor…
Psikologu Tracey’i şu sözlerle tanımlıyor ; çelişkili duygular ve hisler, uçucu bir madde, öfke, güvenlik açığı, merak, dikkatsizlik ve korku bir fırtına… Sınır kişilik bozukluğu var” diye ekliyor…
iğleşmek istemiyorsun Tracey “yapmak bir seçimdir”,  “yapmak bir seçimdir”, “yapmak bir seçimdir”, diye isyan ediyor… -Devamı »