Dolu dizgin mi yoksa, ağır çekim bir zaman mıydı bilinmez; arafta kaldığım,kendime katlanamadığım bir anda başladı yazı yazma serüvenim. Üniversite son sınıf güz döneminde, okuldan arkadaşım Hale ‘yle küçük sempatik bir pastane açmak istemiş, ailelerimizin katkısıyla bunu kısa süre içinde gerçekleştirmiştik.
Öyle imalatla uğraşacak falan değildik.Birkaç ünlü firmayla kısa süre içinde anlaştıktan sonra, bize sadece bu marka olmuş tatları sunmak kalacaktı.Gelin görün ki kazın ayağı hiç de öyle olmadı çünkü, ticaret bize göre değildi , serde filozof olmak bir yana, içimizdeki okuma aşkı bir türlü sönmüyordu.
Dolayısıyla önce Hale “ben yüksek lisans yapacağım” dedi ve gitti. Ben ise şaşkın ördek gibiydim. Ait hissetmediğim bu işyerinden kendimi bir yerlere konumlandırmaya çalışıyorken, bir sabah genç biri başıyla selam vererek içeri girdi. Elindeki gazetelerden birini masama sessizce bırakıp gitmek istedi.
İzin vermeyince sinirlendi ama belli etmemeye çalıştı. Nedenini öğrenmek isteyince, “gazetedeki yazarlar hem kötü yazıyor, hem de yanlış bilgilendiriyor” der demez bu genç çocuğun gözlerinin parladığını görünce şaşırdım kaldım. Çok sonra anladım gazete dağıtan gencin sevincinin sebebi meğer yazıları okuduğumu söylemem imiş.
Söyleyip söylememek arasında kararsız, ” o halde siz bize yazın” dedi. Aslında elimde birkaç yazı vardı Betül Hocanın(Çotuksöken) öğüdünü dinlemiş; okuduğum kitaplarla, yaşadığım olaylarla ilgili birşeyler karalamıştım ama bu yazıları henüz birileriyle paylaşma fikrinden çok uzaktım. -Devamı »