Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce

felsefesiz ilahiyat

Felsefesiz ilahiyat olabilir mi?

Neden olmasın ki…

Mantıkla eleştiren, analiz eden, sorgulayan, gerekçelendiren, felsefesiz ilahiyat şeker gibi bir ilahiyat olur ne güzel…

Zaten olan dersler felsefenin bizatihi kendisi olan dersler değil, felsefe tarihi olduğuna göre hiç kayıp yok…

Belki de böylesi daha iyi felsefe “varmışşş gibi” olmaz en azından.

Bu yüzden değerli hocalar 300 sene öncesine dönüyoruz diye üzülmesinler İslamda felsefenin kaderi böyle…

Filozofların inançlı veya zındık olup olmadıklarına dair yapılan tartışmalardan biraz olsun uzak kalmış oluruz böylece…

İlahiyat okuyanlar eskisi gibi meleklerin cinsiyetlerinin olup olmadığı tartışsınlar,

dinde de korku imparatorluğu oluştursunlar,her şeyde yaptıkları gibi burada da ikilik yaratsınlar, yazmayı yasakladıkları gibi düşünmeyi de yasaklasınlar dilerlerse…

kavimler göçünde karanlıkta olan Avrupa’yla felsefeyi buluşturan İslam filozoflarıydı oysa…

Ülkemizde felsefe denince akla siyaset ile mizah geliyorken,felsefeciler deli,kaçık,garip gibi sözlerle anılıyorken, felsefenin ilahiyat bölümünde yer almamasının  neyine üzülelim allasen?

-Devamı »

içime kök salmış küskün bir çiçek var.

kuskun cicek

çölde kaktüs, kışta kardelen.

baharda nergis, sonbaharda krizantem.

her rengi içimde barındırır bu yüzden.

ama mevsimine göre değil duygu durumuma göre…

küskünlüğü bu yüzden…

 

zehirli sarmaşık gibi yaklaştıkça şiddeti artar bazen,

bazen sarmaladıkça boğar…

küstükçe yaprak yaprak “gül düşer gülün üstüne”

kızdıkça ateş dikenine, düşündükçe mum çiçeğine döner.

 

Yasta karanfil, falda papatya,

bahçede şebboy,saksıda orkide,

virüsüyle hastalığa ismini veren çiçeğim

karaciğerde safran, akciğerde zambak olur kimi zaman…

bazen küsen, bazen süsen, çoğunlukla da susan…

 

küslükte mimoza, barışta spatifilyum,

ara bulmada ortanca…

özgürleştikçe kırlarda boy gösteren,

doğumdan ölüme, düğünden düğüne dolaşıp,

küstükçe kendi soğanına gömülse de;

zamanla kendini öldüren can çiçeğidir o

mezarlıkta benden su bekleyen…

 

-Devamı »

aradigin sensinnn

Yaşamımızda tecrübe diye adlandırdığımız zorunlu derslerinin yegane konusu çoğunlukla kendimizi oluşturma  çabasından geçer.

Ki semavi dinlerin  ve  seküler dinlerin  de farklı-farklı yığınla yaklaşımlarının olmasına rağmen buluştuğu öğe insanın kendini gerçekleştirmesidir.

“Çok bilen çok yanılır” derler ya eskiler aslında bildiğimizi sanarak yanılgımızı acı da olsa yaşayarak  öğreniyoruz.

Acı ne kadar öğretici olsa da bilgiyle ilgisi yok. Bir konuda ne kadar cahil olursak  olalım  acıyı bilmiyoruz diyemiyoruz.

Acı insan olmada insanı anlamada önemli ortak payda oluyor işte bu yüzden.

Diğerleri ise; isterseniz adına bilim deyin, isterse ilim deyin hiç fark etmez,biraz olsun üstüne eğildiklerimizden.

Kim ne derse desin?

Kutsalı ne olursa olsun…

Aslında İnsan olmayı öğütleyen bir duanın paradoks birer öznesiyiz hepimiz.

Rüzgarın seyrine göre seyretmek tercih nedeni ise nesneleşmek kaderimiz.

Kendimiz olmayı seçmede enerji kaynağımız  hırsımızdır ama  azime dönüşmediği takdir de

kontrolsüz bir hızla seyir halinde bir araçtan farksızız demektir.

Bu yüzden ayarsız hırs  zamanımızdan çalan  hırsızdır.

Çalışmak! Çalışmak! Çalışmak!

Kendinden en iyi kaçma politikası,en kamuflaj hırstır.

Beklemek… Beklemek… Beklemek …

En pasif hırs öylesine beklemektir aslında…

Yalnız kalmamak için ayna karşısına oturmaya benziyor bu da ? -Devamı »

 

kucuk prens gezi'de Son günlerde yaşadığımız olayları anlamak için küçüklerin dünyasına sığınmış, Küçük Prens’i okuyorum.

Sertap Erener son şarkısında söylediği gibi ben de böyle iyileşiyorum…

“Gerçek olanı gözler göremez” sözünü kitapta göz sürerken gerçek diye bir şeyin olmadığına, hep bir gerçek üreticisi olduğuna inandığımı fark ediyorum.

Her şey gerçek olmayacak kadar güzel başlamışken, olayların can kaybına kadar varmasından elbette herkes gibi ben de  büyük üzüntü duyuyorum.

Bu nedenle ülkemizi  kaosa sürükleyen böylesine büyük bir olaydan edebi bir yazı yazma kaygısı taşıdığım sanılmasın asla, ama Küçük Prens’i böyle bir duyguyla okuyunca en azından yaşanılanları anlamak için böyle bir yola başvuruyorum.

Kitapta da belirtildiği gibi belki de biz büyükler hiçbir şeyi tek başına anlamıyoruz, bu yüzden yaşananlar her ne kadar gittikçe büyüse de olaylara naif duygularla yaklaşınca olabildiğince ön yargısız ve ufacık düşünce pırıltıları katıldığında, yaşanılanların anlaşılmasının daha kolay olacağının garantisini veriyorum. Bunu herkes yapabilir mi bilmiyorum fakat yapılması gerektiğine inanıyorum.

“İnsanın kendini yargılaması başkasını yargılamasından daha zordur, iyi yargılamayı başarırsan, gerçek bilge olduğunu kanıtlamış olursun” sözü kitabı  sadece  çocukların  değil yetişkinlerin de okuması gerektiğini açıkça gösteriyor zaten.

 

Kendini kral sananlar, kraldan daha çok kralcı olanlar ve hatta “kral öldü yaşasın yeni kral” diyenlere ise iki kere okuma cezası verilmesini öneriyorum.   -Devamı »

sozun seruveni
balta girmemiş bir ormanda gezinip
yabani duygularımı koyu gölgelerde saklıyorken
bir ses sarmaşık gülleri gibi korkuyu içime saldı
sevmek ve sevilmek iki bilinmeyenli denklemi oluştururken…
biliyordum “korkunun ecele faydası” yoktu.
hoyrat doğada alabildiğine yalnızken,
yırtıcı kuşlar kanat çırpıyorken siyah geceye…
rüzgar ekip fırtına biçmeye meyilli değildim elbette …
sık ağaçlar arasından sızan ışığa bir harf dahi göstermemekken niyetim…
ürkek bir ceylan edasındayken sözlerim…
bir avcı can evimden vurdu beni…
içimdeki sözler döküldü yere ….
bastıkça harfleri battı…
harfler söze dönüşünce kanattı…
çiçekler sardı yaralarımı…
böcekler aldı ağrılarımı… -Devamı »