Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce

user_63_jean_baudrillard?Porno ?hakikiden daha hakiki olduğu için- simülakrın doruk noktasıdır.?[1]
Baudrillard?ın bu tümcesi bize simülakrın ne olduğu hakkında bir fikir vermektedir( hem de porno üzerinden). Porno da bizim gördüklerimiz başka filmlerle karşılaştırılırsa bunlar sevişiyor gibi yapmıyorlar sevişiyorlar dedirtir. Yani gördüklerimiz ?gerçekten? bir cinsel birleşmedir; ne var ki Baudrillard bunu hipergerçek yada simüle edilmiş bir gerçek olarak tanımlar. Pornoda yaşanan durumun bizim yada herhangi bir topluluğun gündelik yaşamda herhangi bir karşılığı yoktur,o herhangi bir şeyin yansısı değildir, olamaz da. Ama orada gerçekleşen bir şeyler vardır. O halde porno için şunları söyleyebiliriz: pornografik içerik taşımayan filmlerde sevişme sahneleri oyuncular tarafından rolleri gereği taklit edilirler kaldı ki bu sahneler senaryoların getirdiği bir sürecin gidişatın uygun olarak perdeye yansır, ancak porno seksi bir gösterge olarak ele alıp bize tüm çıplaklığı ve gerçekliğiyle bize sunarak hipergerçekleştirir. Porno bir simülakrdır, o seksi gizlemez yada taklit etmez simüle eder ve bu nedenle pornonun yarattığı tüm atmosfer hipergerçek bir atmosferdir.

İkincil olarak Baudrillard bir hastalığın taklidi ve simülasyonu arasındaki farkı tanımlayarak bizim gerçeğe dair algılarımız konusunda oldukça önemli bir örnek sunar. ?Hastaymış gibi yapan bir kişi,? der Baudrillard ?yatağa uzanıp bizi hasta olduğuna inandırmaya çalışır. Bir hastalığı simüle eden bir kişi ise kendinde bu hastalığa ait semptomlar görülen kişidir.? Hastaymış gibi yapan insana uygulanacak bir iki tahlil ile gerçek yerli yerine oturtulabilir, ama konu hastalığın simülasyonu olunca bu kişiye ne hastasın ne de değilsin denilebilir. Burada gerçeklik ilkesi büyük bir yıkıma uğrar (hastalığı simüle eden kişiye simülakr denilebileceğini belirtelim.). Baudrillard?a göre gerçek artık matrisler, minyatür hücreler, bellekler ve komut modelleri tarafından üretilir. Yani gerçek artık sürekli üretilen bir şeydir var olan bir şey değil. Bu nedenle gerçek artık işlemsel bir şeye dönüşmüştür ve rasyonel olması gerekmez. Bir kökene ihtiyacı yoktur. Bir töz yada referans sistemiyle hiçbir ilişkisi yoktur, zaten Baudrillard? da bir köken ya da geçeklikten yoksun gerçeğin modeller aracılığıyla türetilmesine hipergerçek ya da simülasyon der.

Yukarıda bahsedilen kavramların yaşamlarımız üzerinde etkileri ve Baudrillard? ın tanımladığı evreni kavrama yolundaki önemli bir durak noktamız ise Disneyland?dır. Disneyland asla bir büyük oyuncak dünyasından ibaret bir şey olarak görülemez, zaten yalnızca çocuklar için tasarlanmış bir proje değildir.Amerika?nın minyatürü olan bu yapı, bu mikro kozmos dünyası Amerika ve amerikan yaşamı açısından çok önemli bir işlevi yerine getirir: gerçek Amerika?nın bir Disneyland?a benzediğini gizler. Bu yüzden Disneyland?ın kendisi bir modeldir. Bütün simülakr düzenlerinin iç içe geçmiş olduğu bir model. Aslında Baudrillard burada iç içe geçmiş bir simülasyon sisteminden bahseder. O?na göre evet Disneyland bir simüle dünyadır ama Los Angeles ve Amerika?da tıpkı Disneyland gibi gerçeğe değil hipergerçeğe ve simülasyona aittirler. Disneyland gerçeği simetrik bir şekilde üretebilmek amacıyla tasarlanmış bir caydırma makinesidir. Disneyland ın amacı Amerika?nın(dış dünyanın da denilebilir) gerçek olduğunu onaylatma arzusudur, halbuki Amerika ne gerçektir ne de sahte orası hipergerçek bir ülkedir.

Enis Batur?un ?Amerika büyük bir şaka sevgili Alfred. Peki buna ne kadar gülebiliriz?? adlı kitabı yalnızca ismi nedeniyle bile ?gülünemeyecek bir şaka? metaforu olarak belki de Baudrillard?ın kuramsal çalışmasına hoş bir göndermedir.?Sinema salonlarının dışında bile bütün ülkenin sinemasal olması Amerika?nın en az çekici yanı değil.Çölü bir kovboy filmi dekoru, metropolleri bir gösterge ve formüller ekranı izler gibi dolaşıyorsunuz….Amerikan kenti de tam tamına sinemadan kaynaklanmışa benziyor.?Amerika[2]

Simülasyon evreninin göstergelerinden bir tanesi de kendisini bir skandal olarak niteleyen ancak aslında bir skandal olmayan Watergate?tir. Baudrillard?a göre Nixon?un başından geçenler karşı partinin gizlice dinlendiğinin ?açığa? çıkmasından ibaret değildir. En azından Watergate?in başka bir işlevselliği vardır. Watergate bir skandal olmaktan çok bir skandal simülasyonudur ve bu simülasyon sayesinde dünyaya yeni bir politik ahlak şırıngalanmaktadır. Watergate?i gün ışığına çıkaran Washington Post gazetecilerinin yaptığı budur. Artık bir skandal gizlenmek yerine skandalın skandal olmadığı gizlenmektedir. Burada simülasyonun belirgin bir özelliği ile karşılaşırız:simülasyon gerçeğin yerini almış modellerden oluşur. Önce model vardır. (Watergate bir modeldir, ya da Watergate bir simülakrdır ya da Watergate bir skandal simülasyonudur- ki hepsi aynı şey.) Watergate politik gerçeklik ilkesini kurtarmanın bir yoludur. Bahsedilen bu ilke simülasyonun her türlü nedenselliği durdurması ile kurtarılır diyebiliriz. Örneğin ekranlarda karşımıza çıkan bombalı saldırılar, her türlü terörist eylemler kimin işidir.Aşırı sağ? Aşırı sol? Kendi vazgeçilmezliğini kanıtlama derdine düşen polis? Bütün bunlarda bir gerçeklik payı vardır. Amerika?da yaşamı felç eden elektrik kesintisi bir arıza mıdır, yoksa terörizmin hınzırlığı mı? Ya da kendisini bize çok güçlü gösteren sistemin bir iç-testi mi? Hepsi doğru olabilir? Önemli olan burada sorulara vermeye kalktığımız cevapların aslında kısırdöngüsel bir biçimde elimizden kayıp gitmiş gerçeği umutsuzca arayışımız olduğudur.

Devlet başkanlarına düzenlenen suikastlar Baudrillard?ın simülasyon süzgecinden geçirildiğinde ise son derece dramatik bir şekle girerler.ABD başkanlarını örnekleyerek yola çıkan Baudrillard? a biz Türkiye için Özal ve Demirel suikast girişimlerini de ekleyerek devam edebiliriz. Öncelikle belirtmek gerekir ki Baudrillard ABD başkanlarından Johnson, Nixon ve Ford? un (daha sonraları Reagan ? ve belki ilerleyen zamanlarda Bush ve bu konuda Türkiye temsilcileri Özal ve Demirel) herhangi bir politik töze sahip olmadıklarını, iktidar simgesi olmak yerine birer iktidar kuklası olduklarını vurgulamaktadır. Onların başına gelen suikastlar ise bir politik güce sahip olmak yerine politik gücün yine politik olan avantajlarından başka bir şeye sahip olmadıklarını gizleyen birer simüle süikastlerdir. Bahsedilen simüle suikast senaryoları devlet başkanlarının birer iktidar kuklası olduklarını gizlemek için düzenlendi -ve ayrıca bir iktidar yokluğunu da gizlemeye yaradı.

Bahsedilen bu örneklerden sonra üzerinde önemle ve tekrar durulacak bir nokta da simülasyonun gerçek olanla ilişkisidir. Simülasyon gerçeği gizlemek gerçeğin üzerine perde çekmek onu gizlemeye çalışmak yerine gerçeğe müdahale eder, gerçeğin yerine geçer artık onun egemenliğindeki gerçek hipergerçektir gerçek değil. Tıpkı simüle edilmiş bir hastalık gibi simüle edilmiş bir soygun karşısında polis(düzen-sistem) nasıl bir tepki verir? Gerçek bir soygun düzeni bozmaktan başka bir amaca hizmet etmezken bir simülakr olan soygun, doğrudan gerçeklik ilkesinin kendisine saldırır. Ne var ki polisin tepkisi doğal olarak gerçeği korumaya yönelik olmayacaktır bu senaryonun içerisinde bir karşı simülakr bir hiper simülasyon modeli olarak karşımıza çıkacaktır ve ironik bir biçimde polis yani düzen gerçekten başka bir şey düşünemez bir halde olacaktır. Asla simülasyona gerçekle saldıramazsınız.

Başkanlar üzerine söylenen şey iktidar için de söylenebilir;bir iktidar olmadığını gizlemek için her yere özellikle medya aracılığıyla gerçek olduğuna bizi inandıran simülakrlar gönderilmektedir. Öyleyse başkanlar kendilerinin birer simülakrı konumundadırlar. Bir iktidar yanılsaması göstergeler aracılığıyla bir iktidar simülasyonuna dönüşmüştür? Bir siyasi partinin politik alanda herhangi bir iktidara sahip olamaması bizi şu soruya götürür; iktidar kimin / kimlerin elinde? Bu, gerçek nerede demekten farksızdır ve cevabı bulunamayacak bir sorudur.

Simülasyon adlı birçok şeyin kökünden yerinden oynatıldığı devasa süreç içerisinde televizyon büyük bir role sahiptir. Reality Show?lar, haberler, stüdyolar birer hipergerçek yutturmacanın sahneleri gibidirler. Örneğin 1971 yılında Amerikan televizyonu bir Amerikalı ailenin/(Loud ailesi) günlük yaşamını kaydetmek için evlerinin her köşesine kameralar koyup yedi ay aralıksız çekim yaparak bir TV programı sunmuştur. Bu olay daha sonraları Bu Türkiye?de de yapımı gerçekleştirilen Biri Bizi Gözetliyor formatındaki programlara oldukça benzemektedir. Aradaki fark bir tarafta Loud ailesinin yaşamına kameralar yerleştirilirken, diğer tarafta kameralardan oluşan bir eve yaşamların yerleştirilmesidir.Başka bir deyişle işlem bir bakıma tersine dönmektedir. Zaten simülasyon bütün işlevsellik ve nedensellikleri tersinir kılma gücüne sahiptir. Yapımcılara göre Loud ailesi deneyindeki amaç gerçek bir yaşamın kaydedilmesidir. Ancak bu mümkün olamaz, çünkü her yerde kameraların bulunduğu evde bu aile ?sanki biz orada değilmişiz gibi? davranamaz. Bu sanki Loud ailesi oradaymış gibi sözüyle aynı anlama gelmektedir. Daha sonraları Truman Show adlı film de benzer bir yaklaşımla yapılmıştır. Evi zannettiği televizyon stüdyosu aynı zamanda Truman? ın gerçek zannettiği bütün yaşamını hipergerçek yapar. Loud ailesinde de, BBG ?de de Truman Show? da da aynı şeyi gözlenir: anlamsız olana aşırı anlam yüklemek. Çünkü amaç gerçeğe saplantılı bir biçimde yaklaşma arzusudur. Bu arzu sonucunda gerçek artık yok edilmiş yerini simülakrı almış ve çekimler tamamlandıktan sonra Loud ailesi dağılmıştır. Loud ailesi yaşamları kaydedilip televizyonda gösterilmeden yaşayamayan bir ailedir. Bu program bir ailenin yaşamının kaydı olmaktan çok bir kurban törenidir.

Nükleer santraller, nükleer silahlarda simülasyon evreninin birer parçasıdırlar. Daha farklı bir yaklaşımla bunlar simülasyonun varabileceği en üst aşama olan nükleer aşamasının bir göstergesi konumundadırlar. Bu nükleer aşamanın en büyük işlevi ise caydırmadır. Nükleer silahlar muazzam gücünü atom çekirdeğinin parçalanması sonucu ortaya çıkan enerjiden değil, çekirdeğin her an parçalanabileceği korkusunu dünyaya şırıngalamaktan alırlar. Öyleyse bu silahların gücü nötralize edici bir güçtür. Bir bakıma onlar birer gösteri nesnesinden başka bir şey değildirler. Söz konusu olacak patlama fiziksel bir Einstein formülünün dışa dönük bir patlamasından çok içe dönük bir patlama olacaktır. Yaşamlarımızı paralize eden şey bir atom bombasının tepemize inmesi değildir. Kaldı ki böyle bir şey olmayacaktır;olması gerekmez. Nükleer savaş tehdidi bir caydırma makinesidir.Nükleer silahlar(ve nükleer santraller) vardır orada olacaklardır bu caydırma nesneleri bize her an bir patlama olacağı endişesi ile tetikte tutarak içe dönük bir patlama olayı yaratmaktadırlar. Caydırma bir strateji değildir.Nükleer silahlara sahip devletler arasında değiş tokuş edilmekte ve gidip gelmektedir. Bundan böyle strateji diye bir şey olmayacaktır.Savaş tehdidi askerlerin elinde bir çocuk oyuncağına dönüşecektir.Burada teknik bir programlamadan dünyanın engebesiz kusursuz nötr bir yüzeye döndürülmesinden bahsediyoruz. Uzay araştırmalarının altında yatan da budur. Aya gidilmesi Mars?a araç gönderilmesi, uzaya uydular yollamanın amacı nedir? Bütün bunlar bir uydulaşma modeli, hiçbir şeyin rastlantısal olmadığı, programlanmış bir mikro evren yaratma arzusudur. Sistemin en büyük saplantılarından bir tanesi de bu kusursuzluğa ulaşma arzusudur. Uzay ve nükleer alana özgü modellerin özgün bir amaçları yoktur.onların amacı ne ayı keşfetmek ne de askeri stratejik bir üstünlüktür.Onlar yalnızca ve yalnızca birer simülasyon modelidir.

Sözü edilen caydırma sürecinin yerli yerine oturduğu anda Vietnam Savaşıyla karşılaşırız. Baudrillard Vietnam Savaşına dair önemli bazı sorular sormaktadır. Birincisi bu denli kanlı, vahşi ve uzun bir savaş nasıl olurda birdenbire aniden duruvermiştir. İkincisi Amerikan tarihinin en büyük bozgunu neden Amerikan iç dengesiyle, politika sistemini allak bullak edememiştir. Öyleyse ortada bambaşka bir neden vardır. Bu savaş Çin?in barış içinde birlikte yaşama sürecine girmesini sağlamıştır. Çünkü Çin uzun yıllar bu savaşa somut bir şekilde müdahale etmemiştir. Bozguna uğramış görünen Amerika Çin karşısında çok önemli bir politik zafer kazanmıştır. Zaten Vietnam savaşının amacı budur. Aynı şey Vietnam içinde geçerlidir. Savaş silahlı direniş guruplarından düzenli orduya geçildiği anda bitmiştir.Sağlıklı bir politika ve disiplinli bir iktidarın var olmasını engelleyen bitin unsurlar temizlenmiştir. Burada zafer ya da bozgunun gerçekliğinin sözü bile edilemez. Savaş görünümlerin çok ötesinde bir süreçtir.

[1] Jean Baudrillard(1988). ?Başta Çıkarma Üzerine? Çev:A.Sönmezay, 1.Baskı. İstanbul:Ayrıntı, s.77.
[2] Jean Baudrillard(1986). ?Amerika? Çev:Y.Avunç, 1.Baskı. İstanbul:Ayrıntı, s.70.

8 yorum yazıldı

  1. ozge_oz dedi ki:

    postmodernist bir araştırmanın kaynağı üzerinde karşılaşmak durumunda kaldığım baudrillard ve kitabı. halen okumaya devam ediyorum ve sanırım her yorumun değerine paha biçemeyen birine oldukça faydalı oldunuz teşekkürler

  2. Arif dedi ki:

    Kamil Beye yazdığınız cevabi yazıdaki vuzuh bir o kadar da novigatörce tümcelerinizi tebrik etmek ve tekyön levhası gibi duruşunuza methiyeler dizmek için yorum yazmak istedim.imkansız takas ve tüketim toplumu sonrasında yukarıda makalenize(makalenizi de kitabı da henüz okumadım) konu olan kitaba giriş yapmak üzereydim..ee tabi sizin -ben buna öğürmek gibi diyorum-çıkmak için zorlayan yazılarınızı ilgi çekici buldum..bu dili nereden buldunuz diyesim var…ne mutlu size..kalın sağlıcakla..

  3. Songül dedi ki:

    Semih Gümüş’ün Yazar Olabilir miyim? kitabıyla tanıştım hipergerçeklikle. Sizin açıklamalarınız çok faydalı oldu ancak en son ve ondan bir önceki paragrafı anlamlandırabildiğimi iddia edemeyeceğim.

  4. Hülya Yalım dedi ki:

    Rica ederim Özge,eğer yardımcı olduysam amacıma ulaşmışım demektir selamlar sevgiler…

  5. ozge dedi ki:

    Cok tesekkur ederiz. bugun bu konuda sinavimiz var ve sayenizde kalin sayfalarin esiri olmadan bu metni okuyup cok iyi anladik. ve suan calisiyoruz uzerinde. cok tesekkurler paylasiminiz icin.

  6. Ömür dedi ki:

    Simulakr ve Simülasyon adlı kitabın 90.sayfasına doğru ilerlerken, “nette konu ile ilgili neler var acaba?” düşüncesiyle, biraz araştırma yaptım, üç-beş internet sayfasından sonra, burası çıktı karşıma, yazının yarısını okuyabildim, sabredip de sonuna kadar okuyamadım; çünkü zaten kitapta aynı şeyleri okudum, net olarak da aklımdalar. Belki kitabı iyi ya da daha iyi anlamamız için bir aracı olur diye bekledim bu yazıyı; fakat yine, şunu anladım:Yol, yürüyenindir. Ben kendi anlam yoluma devam edeyim 🙂 Bununla birlikte, içime bir kuşku kurdu düştü, bu yorumumu yazdıktan hemen sonra, yukarıdaki yazının kalan kısmını da okuyacağım. -Gerçi hızlıca gözgezdirdiğim kadarıyla, Baudrillard’ ın cümleleri var hep-.

    Saygılar, sevgiler..

  7. Hülya Yalım dedi ki:

    Her ne kadar uygunsuz cümleler kullanarak yorum yapıp bizi karşı olduğumuz sansüre mahkum bıraksanız da yorumuz için teşekkür ederiz Kamil Bey.

    Simulasyon’un sadece bir makine olmadığını sizi bu siteye yönlendirerek öğretmiş oldukları için , bu durumda Google amcaya ve sevgili adminim byVedoo’ya teşekkür etmeliyim . Nacizane size önerim başka sitelerde de Baudrillard hakkında araştırma yapmanız.
    Saygılar!

  8. Kamil dedi ki:

    Yorum ekliyorum.
    Simulasyon makinesi ararken Google beni bu yazinin oldugu sayfaya yonlerdirdi. Yazının başlarına şöyle bir baktım konu hiç sarmadı, kaldı ki ben simulasyon makinesi arayan biriyim yani konu benim için kel alaka. Amca da yazmışta yazmış oku oku bitmez. Kimsenin yorum yazmadığı dikkatimi çekti, ben yazayım dedim. Bu kadar uzun yazı yazarsan kimse ne okur ne de yorum yazar tabii. Sen neredeyse ‘….’ tarif edin konulu bir kompozisyon yazmaya çalışmışsın ‘simulasyonu’ tarif edeyim derken. Daha belirgin örnekler vererek, kısa ve öz cümleler kurarak bir daha yaz. Bu olmamış. Saygılar.

Yorumun ne olacak?