Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce

attach.phpYapısalcılıkla tarihsel süreklilik düşüncesine karşı çıkarak insanın sonu düşüncesini savunmuş olan çağdaş Fransız düşünürüdür.
Felsefesi, Nietzsche?nin güç istemi kavramıyla Heidegger?in dile ağırlık veren felsefesinin izlerini taşıyan temel eserleri arasında (Gözaltında tutulma ve Cezalandırma ;hapishanenin doğuşu) (Cinselliğin Tarihi) (Kliniğin Doğuşu), (Bilginin Arkeolojisi), (Deliliğin Tarihi) yer alır.

Yorumcular, geleneksel kategori ve kavramsallaştırımları redderek, tarihe anlam izafe etmenin nafile bir çaba ve haklılandırılamayacak bir şey olduğunu söyleyen Foucault?ın düşüncesinin üç ayrı döneme ayrıldığını öne sürerler:

1- 1960?lı yılların bilgi sistemleri üzerinde yoğunlaşan arkeolojik bakışlı dönemi.

2-İktidar tipleri üzerinde yoğunlaşan ve soy kütüğü yöntemiyle belirlenen 70?li dönem.
3- 1980?li yılların benlik teknolojileri ethik ve özgürlük üzerinde odaklaşan dönemi.
Kendi içinde ilgileri ve konuları bakımından farklılık gösterseler dahi bu üç döneme ve bu arada Foucault?in tüm eserlerine damgasını vuran birbirleriyle ilşkili bir takım temel kavramlar vardır. Bunların en başındada arkeoloji, soy kütüğü, epistemoloji, kesintililik, teknoloji ve şimdi gibi kavramlar yer alır.
Foucault?ya göre şimdinin sürekli birdönüşüm içinde bulunduğu dikkate alınırsa yapılması gereken geçmişi sürekli olarak yeni baştan ele alıp değerlendirmektir.
Geçmişin tarihini yazmak, onu yeniden başka bir ışık altında değerlendirmektir.(1)

Mahpus Toplumu Taslaklaştırma

Hapishane kurumu taslağında, cezalandırma bireylerin bastırılmasına ilişkin bir tekniktir.Bedenin işaretlerin değil , terbiye edilmesi usullerini alışkanlıklar ve tavırlar içinde bıraktığı izlerle devreye sokmaktadır ve ceza yönetimi konusunda kendine özgü bir iktidarın kurulmasını gerektirmektedir. Hükümdar ve gücü , toplumsal bünye , yönetim aygıtı.Damga , işaret,iz.Tören , temsil ,uygulama.(2)
Foucault bilgiye ilişkin gerçekliğin siyasal tarihinde perdeyi sınır tanımayan bir cömertlikle açar: ?Hapishanenin doğuşu? adlı yapıtı için Foucault bir yerde ?benim ilk kitabım? der. Aslında pek de haksız sayılmaz, çünkü dil ve yapı, sunuş biçimi, bölümlerin sıralanması açısından bütün kitapları arasında başa güreşecek bir düzeye sahiptir bu kitap. Düşündürücülük bakımından Deliliğin Tarihi?nden, özgünlük bakımından da Kelimeler ve Şeyler?den de aşağı kalmaz. Foucault bu kitabında da en alışılmadık ilksel kaynakları günışığına çıkarır; tarihsel gerçekleri yeniden yorumlayışı gözüpek ve o ölçüde düşünmeye yönelticidir.
Şeylerin düzeninin konusu yaşam,çalışma ve dil üzerine bilgi ile geniş bir yayılma alanı göstermekte idi.Hapishane,fabrika hastan ve okulun temelde eş biçimli bir işlevi yerine getirdiği düşüncesi ile ?Hapishanenin Doğuşu? buna benzer bir ilgi ile evrenselliğe ulaşır .Ancak bu kez akıllıca bir tutumla çözümlemesini bir kurumsal alanların yalnızca biri üzerinde sıkı sıkıya odaklaştırır: Ceza kuruluşları ve söylemleri(3)
Foucault?ya göre tarih başka hiç bir şeyin değil, fakat çatışmayla kavganın tarihidir; başka bir değişle, toplum varlığını ancak çatışma ve kavga temelinde sürdürür. Ona göre, işte bundan dolayıdır ki toplumsal ya da insani eylem taktik ve stratejik olmak durumundadır.
Toplum bir söylemler evrenidir. Toplumda, söylemlerin üretimi aynı anda hem kontrol altında tutulur ve hemde belli sayıda üretici arasındaki bir rol dağıtımıyla gerçekleşir.(4)
Mahkumların bedeni
Hapishanenin Doğuşu diğer kitaplarına oranla son derece heyecanlı bir girişle başlar: Bu, 1757 yılında XV. Louis?in canına kasteden daha doğrusu onu inciltmeye yeltenen ve bunu başaramayan sözde suikastçi Damiens hakkındaki cezanın infaz edilmesi sahnesidir. Foucault, Damies?a çektirilen işkenceleri en küçük ayrıntılarına kadar dehşetli bir biçimde anlatır. Damiens?in göğüs, kol ve bacaklarınaki et parçaları kızgın bir kerpetenle teker teker koparılır.(5)
?Çok bağıran ama küfür etmeyen Damiens bu kerpetenle çekmelerden sonra kafasını kaldırıyor ve kendine bakıyordu;kerpetenci bu kez karışımın kaynadığı kazandan demir bir kepçe ile aldığı kaynar halitayı her yaranın üzerine bolca döktü?
?Günah çıkartıcılar onunla konuşmak için indiler ;ama cellat onlara onun öldüğünü söyledi?(6)
Majestelerinin yaşamına kastettiği eli kükürtle yakıldıktan sonra, vücudu daha doğrusu geriye kalan kemik yığını dört ata bağlanarak dört parçaya ayrılır ve yakılarak yok edilir.
Bütün bu sahneler Paris halkının gözleri önünde geçer.
Geçmişteki yoğun işkence 1830?lara gelindiğinde yerini biçimsel kurallara düşkün ince yönetmeliklere bırakır. İşte Foucault?nun amacı bu farklı ?ceza biçimleri?ni, bu karşıt cezalandırma düzenlerini betimlemektir. Bu konuda kilit değişiklik fiziksel işkencenin kaybolmasıda kendini gösterir. Napolyon sonrasının Fransası?nda uzaktan da olsa Damiens?in halkın gözü önünde cezalandırılmasını andıran bir şey yoktur. Ama aynı Fransa kırk bini aşkın Fransız?ı zindanda tutar- ki bu yaklaşık olarak her 600 kişiden biri demektir. Bir dehşet görüntüsü olarak cezalandırma varlığını korur. Kentlerin görüntüsü içinde koca koca hapishaneler göğe yükselen kuleleriyle bütün burjuva Batı?yı kaplar. ?Mahpus toplum? artık doğmuştur.(7)
Genelleşmiş ceza
Foucault?nun anlattığı ilk ceza çağı açık işkence dönemidir. Dekoru darağacı, baş kişisi hükümdardır. Yasa kralın iradesi olduğundan, yasanın çiğnenmesi de ona yönelik kişisel bir saldırı anlamını taşır. Dolayısıyla kral bunu aynısıyla ödetme, zalimce karşılık verme hakkına sahiptir. Aslında günlük ceza uygulaması içinde idam cezası Danteve?vari işkence ve halkın gözü önünde cezalandırma sık sık görülen bir durum değildir. 1755 ile 1785 yılları arasında Paris inzibat merkezi olan Chôtelet mahkemesinden geçen hükümler içinde idam cezası yüzde 10?luk bir oranda kalmaktadır. Gerçekte verilen hükümlerin çoğu sürgün ve para cezası biçimindedir. Ancak bedensel olmayan cezaların büyük bölümüne, örneğin kürek mahkumluğuna tehşir boyunduruğuna bağlanma, kamçılanma, dağlanma gibi belirli ölçüde işkence içeren daha küçük cezalar da eşlik eder. Bu bakımdan her önemli ceza bir ?supplice?, yani bir işkence unsuru taşır.
İşkence elbette ikrar elde etmenin bir aracı olarak da kullanılır. Bunun amacı, sanığın ağzından alınmış bir ikrar olan resmi bir gerçeklik oluşturmak ve çoğu zaman işlenen suçla tamamen orantısız olan güç kullanımını süsleyip haklı kılmaktır. Yine de yüreklere korku salan bu şiddet, acımasız cezalandırmaya dayalı bu dehşetli oyun aslında oldukça sınırlı tutulur. Bir cezalandırma düzeni olarak aralıklı ve aynı zamanda sarsıcı bir niteliğe sahiptir. Bu uygulamanın hedefini oluşturan suçlu kişinin bedeni kralın misillemesini dar sınırlar içinde kalmaya zorlar.(8)
?Azap çektirme ayininin terk edilmesinde acaba mahkumlara karşı duyulan insani duyguların ne gibi bir rolleri olmuştur?.Bu ikircikli ayinlerin etkisi karşısında iktidar cephesinde her halu karda siyasal bir korku oluşmuştur.? (9)
İyi bir yapısalcı olarak her zaman ?simetrik altüst oluşlara? düşkünlük gösteren Foucault, ?mahkum edilenin bedeni?nin (ki bu kitabın ilk bölümünün başlığıdır) ?Kral?ın bedeni?nin karşıt kutbunu oluşturduğunu belirtir.
Daha sonra Aydınlanma Çağı ve onun ussal reformculuğu sahneye gelir. Bir takım avukatların ve yargıçların yanısıra Voltaire ve Beccaria döneminde giderek güçlenen ?kamuoyu?, ibret ve fazlasıyla ödetme niteliğini taşıyan sert, ama kuralsız cezalandırma sisteminin yalnızca insanlık dışı olmakla kalmayıp aynı zamanda suç işlemeyi caydırıcı bir önlem olarak da yetersiz kaldığını kavramaya başlar.(10)
?Suçu cezadan çekmek ceza ile suçu orantılamanın en iyi yoludur.Eğer adaletin zaferi burada yer alıyorsa , bu aynı zamanda özgürlüğünde zaferidir, çünkü cezalar artık yasa koyucunun iradesinden değil de eşyanın tabiatından geldiğinden insana şiddet uyguladığı görülmemektedir.Kıyaslamalı ceza verme usulünde cezalandıran iktidar gizlenmektedir.?(11)
Öte yandan açık bir infazla kızışan kitlelerin duygularının nereye yöneleceği de tam olarak kestirilemez. Ceza adeletinin artık öç almaya değil, cezalandırmaya yönelmesi gerektiği düşüncesine varılır. Toplumsal sözleşme teorilerinin geçerli hale gelmesi ile suç artık hükümdara yönelik bir saldırı biçiminde değil, toplumsal sözleşmenin çiğnenmesi ve böylelikle bir bütün olarak toplumun tehlikeye sokulması biçiminde görülmeye başlanır. Böylece topluma karşı işlenen yanlışlığı düzeltecek ve aynı zamanda suçluyu topluma kazandıracak yeni cezalandırma yöntemleri önerilir.(12)
Bedenden Ruha Yönelen Ceza
Dolayısıyla ceza yönetiminin asıl ilgi noktası, suçlunun bedeni olmaktan çıkar ve suçlunun zihni haline gelir. İşkence kaldırılırken, ?temsili araçlardan oluşan bir terimler topluluğu? düzenlenir. Bu terimlerin amacı tutuklulara çarptırıldıkları cezanın mantığını kabul ettirmektir. Bu çerçevede suçun türü ile cezanın derecesi arasında ussal bir uygunluk kurmaya büyük özen gösterilir. Ceza dehşet degil, pişmanlık doğurmalıdır.(13)
Cezalandırmanın insani kalması
?Cezalandırmanın ?insani? kalması ilkesinin formüle edilmesi , ıslahatçılar tarafından birinci şahısta yapılmalıdır yani sanki konuşan kişinin duyarlığı dolaysız olarak ifade ediliyormuşçasına sanki filozofun ve kuramcının bedeni , cellatın gözü dönmüşlüğü ile azap çektiren kişinin arasına girerek , kendi yasasını ortaya koyuyormuş ve bunun sonunda tüm ceza ekonomisine dayatıyormuşçasına? (14)

Müeyyideler öğretici olduğu kadar yerine oturmuş ve tarafsız bir nitelik taşımalıdır. Yoksa toplumla yeniden bütünleştirme hedefi gözden kaçırılmış olur. Böylelikle klasik düşüncenin çeşitli köşeleri- toplumsal sözleşme teorisi, faydacılık, temsile dayalı işaret bilimi- bir araya gelerek cezalandırma için yeni bir temel oluşturur. İdeoloklar gibi on sekizinci yüz yıl sonu düşünürleri, aydınlanmış bir öz- çıkar öğretisi ile bağlantılı zihinsel temsil teorileri geliştirerek sanayiciliğin yaygınlaşmasının arifesinde, Batı?ya ?insanlar üzerinde iktidar uygulanmanın genel bir reçetesini, yani iktidar mührünün dış görüntüsü olan ?zihin?i, bedenlere düşüncelerin denetimi yoluyla boyun eğdirilmesini? sunar.(15)

Daha Çok Cezadan Daha İyi Cezaya Geçiş

Foucault?nun anlatmak isteği açıktır: Aydınlanma Çağı?nda iyilikseverlik özünde iktidar iradesinden daha az değer taşır. Aydınlanma, insanoğlunu özgürleştirmeye ilişkin soylu ideallerin altında, yeni?ahlaki terimleri?, geleneksel toplumlarda olduğundan çok daha büyük bir toplumsal denetim düzeyi sağlayacak biçimde, tanımlar. Ceza reformcuları daha az ceza vermekten çok ?daha iyi cezalandırmayı; daha bir evrensellik ve kaçınılmazlık içinde cezalandırmak amacıyla daha inceltilmiş bir sertliğe başvurmayı;cezalandırma yetkisini toplumsal bünyeye daha derinlemesine işlemeyi? isterler.(16)

Modern hapishanenin doğuşuyla birlikte, özgül bir boyun eğdirme tarzının nasıl bilimsellik statüsüne sahip bir söylem için bir bilgi nesnesi olarak insanın doğuşuna yol açabildiğini tasvir eder. Aynı şekilde, klinik ve tımarhaneler de, modern tıp ve psikiyatrinin geliştiği yerlerdir.(17)

HAPİSHANENİN DOĞUŞU

Foucault?nun yazdığına göre, çağdaş insan doğar doğmaz bir yönergeler tufanıyla karşılaşır: Kılı kırk yaran kurallar ve alt kurallar, titiz yoklamalar, ? okul, kışla, hastane ve atölye koşulları çerçevesine insan yaşamı ile bedeninin en ufak ayrıntılara kadar denetlenmesi?. Aydınlanma Çağı?nın bu iç karartıcı ütopyası elbette bütünüyle gerçekleşmiş değildir. Bununla birlikte Foucault bu ütopyanın çağdaş kültürde geniş bir alanı kaplamayı başardığı ve hapishanenin bunun en çarpıcı uygulama alanını oluşturduğu görüşündedir. ?Hapishanenin Doğuşu? adlı kitabı klasik çağdan gelen disiplin düşünceleri ile ondokuzuncu yüzyıl başları ve ortaları içinde ceza kurumlarında ?gözetim? modelinin yükselişi çağdaş anlamda hapishanenin doğuşu arasında güçlü bağlar bulunduğunu öne sürer.
Aydınlanma reformcuları tarfından geliştirilen sistemler gibi, ceza evi de suçlunun ahlaki dönüşümünü amaçlar.(18)

PANOPTİKON

Bu noktada İngiliz düşünür ve sosyal reformcu Jeremy Bentham?ın 1791 yılında yayınladığı Panoptikon hapishane planı üzerinde kısaca durmakta yarar vardır. Panoptikon, özünde merkezinde bir denetleme mekanı, çevrede de hücreler bulunan yarım daire biçimli bir binaydı. Özgün planda tek tek hücrelerde kalan mahkumlar, gardiyanlar veya ?denetçilerin? gözlemesine açıktı fakat gözlenenlerin kendilerini gözleyenleri görebilmesi imkansızdı. Dikkatle ayarlanmış bir aydınlanma sistemi ve ahşap storların kullanımıyla içerdekiler görevlileri göremeyecekti. Denetim mahkumların görünmeyen gözler tarafından gözetlenmesi anlamında sürdürülmeliydi. Saklanacak hiçbir yer yoktu, özel olan hiçbir yer yoktu. İzlenip izlenmediğini bilmeyen, ama orada izlemek için birilerinin bulunduğunu varsaymak durumunda olan mahkumun tek mantıklı seçeneği itaat etmekti. Bu nedenle Bentham Yunancaya dayanan yeni bir kelime üretti: Panoptikon veya ?göz önündeki yer? (19)

?Panaptikonun etkisi tutukluda , iktidarın otomatik işleyişini sağlayan bilinçli ve sürekli bir görünebilirlik halini yaratmak gözetim altında tutmanın , eylemi itibariyle kesintili olsa bile sonuçları itibariyle sürekli olmasını sağlamak;Bu mimari aygıtın , iktidarı icra edeninkinden bağımsız bir iktidar ilişkisini yaratan ve destekleyen bir makine olmasını

sağlamaktır.?(20)
Hücre, ahlaki yönlendirme, hem bir rehabilitasyon aracı, hem de hapishaneyi ayakta tutacak bir ekonomik kaynak olarak çalışma ve en az bunlar kadar önemli olan her mahpusun dikkatle gözlenmesi ve hakkında dosya tutulması uygulamasına başlanır. Bütün bunların başında da toplumun ortak yararı açısından kendilerine mesleki bir ?cezalandırma hakkı? tanıdığı ceza yöneticilerinin onaylanmış özerkliği gelmektedir. Hapishaneler toptan ve kesintisiz gözetime dayalı düzen yerleri haline gelir. Bentham?ın ortasında bir gözetleme kulesi bulunan daire biçiminde bir mimari düzenlemeye sahip ?panoptikon?ları çarçabuk benimsenir. Panoptikon ve benzeri yapılara her hücre merkezi ve görünmez bir denetlemenin erimi içinde bulunur. Ne zaman gözetlendiklerini bilemeyen mahpuslar her zaman izleniyorlarmış gibi davranmak zorunda kalırlar.(21)

M.Foucault ise çalışmalarında bürokrasinin ötesini göstermektedir. Ona göre gözetim sadece örgütlerde değil tüm toplumdaki daha geniş bir disiplin bağlamında ele alınmalıdır. Gerçekten Foucault?dan beri gözetim sosyal analizde merkezi bir konuma yerleşmiştir. Foucault?ya göre modern toplumun kendisi ?disipliner? bir toplumdur. Bu toplumda iktidar teknikleri ve stratejileri daima varolmuştur. Bu teknikler başlangıçta ordular, hapishaneler,fabrikalar gibi belirli kurumlar için gelişseler de etkileri sosyal hayatın dokusuna nüfuz etmiştir. Modern toplumlarda insanlar toplumsal normlara boyun eğmeleri için giderek daha fazla gözetlenirler, faaliyetleri belgelenir ve sınıflandırılır.(22)
Foucault?nun sözleriyle panoptikon mahkumda iktidarın otomatik olarak işlemesini sağlayan, bilinçli ve sürekli bir izlenebilirlik hali yaratmak amacıyla, bir mekansal birimler oluşturma yoludur. Bu örneğinde gösterdiği gibi, modern dönemde egemen ve tebaa arasında bir izlenebilirlik tersinmesi söz konusu olur. İlgi odağı artık daha fazla egemenin kendisi olmayıp, pastoral alakanın her daim gönüllü olmayan nesnesi haline gelen mütevazı bireydir.(23)
Ancak Foucault bu noktayla sınırlı kalmaz. Tasarının ne denli seyrek ve eksik gerçekleşmiş olmasına bakmaksızın bizi, Bentham?ın panoptikon?unun burjuva toplumundaki yaygın bir eğilimi ?disiplin güdüsünü- gösteren bir sivri örnek olduğuna inandırmaya koyulur. Ona göre panoptikon özet olarak ?panotisizm??in (bu aslında Foucault?nun Hapishanenin Doğuşu kitabının uzun ve tamamlayıcı bir bölümüne koyduğu başlıktır) bir görüntüsüdür. Nasıl geleneksel toplumun cüzzamlıların toplum dışına sürülmesinde ifadesini bulan ?siyasal düşü? saf bir topluluk kurma hülyası idiyse, çağdaş burjuva kültürünün siyasal düşü de ?disiplinli bi toplum?dur. Bu düşün biçimlendirme gücü bir takım anahtar kurumları kapsamaktadır(24)

UYSAL İNSAN

?La mettrie?nin ?makine insanı? aynı anda hem ruhun maddeci bir indirgenişi hem de genel bir terbiye etme teorisidir.Bunların merkezinde çözümlenebilir bedene ,yoğrulabilir bedeni ekleyerek?itaatkarlık? kavaramı sürmektedir.Tabi kılınabilen , kullanılabilen ve geliştirilebilen bir beden itaatkar bir bedendir.?(25)

Disipliner iktidar özellikle bedeni hedefler; o boyun eğdirilmiş talimli bedenler ?uysal vücutlar? yaratmayı amaçlar. Fakat o aynı zamanda psikolojik bir takım sonuçlar oluşturmaya da yönelir.Smart?ın sözleriyle, disiplin, bireyin beden ve ruhunun ta içine işleyen, bireyin hayat ve zamanını kapitalist işgücüne dönüştüren bir güçtü. Bu amaca erişmek için, ayrıntılı program ve tarifeler, alıştırmalar ve talim, sınavlar, rapor tutma, akıl hastalarının tecriti v.b. dahil olmak üzere çok çeşitli teknikler geliştirilir. Bu türden pratiklerin simgesi Bentham?ın Foucault?nun disipliner iktidarın mimarı bir eğretilemesi ile panoptikondur.(26)
Bu karmaşık disiplin ağı, ussal, etkili ve ?kurallara uygun? toplumun gerektirdiği homo docilis (uysal insanı) genelleştirmeyi amaçlar: Üretim ve savaşın tüm çağdaş manevralarına katlanabilen itaatkar, çalışkan, bilinçten yoksun ve yararlı bir yaratık. Sonuç olarak uysallığı gerçekleştirmenin başılıca yolu genç ya da yetişkin olsun iyi ve kötü yurttaş arasında sürekli bir karşılaştırmaya dayanan ahlaki bir baskıdır. Disiplin, ?normalleştirici yargılama? dan güç alır. (27)

SINAV

?Sınav gözetim altında tutan hiyerarşi teknikleri ile normalleştiren yaptırım tekniklerini birleştirmektedir.Tüm disiplin düzenlemelerinde sınav yüksek derecede ayinselleştirilmiştir.
İktidar merasimi ve deneyin biçimi , güç seferberliği ve gerçeğin ortaya konulması ona burada katılmaktadır.?(28)
Normalleştirici yargılama ve hiyerarşik gözetim özellikle yoklamalarda çarpıcı biçimde ortaya çıkar. Disiplinin en çok görenekleşmiş işlemlerinden biri olarak, sınavlar disiplinin candamarını oluşturur. Bunun nedeni tamammen gözetleme ve denetleme gereği ve cezalandırma hakkının sınavlarda bir sarmal halinde birleşmesidir. Bilgi ve yetkinin birbirine eklenmesi başka hiçbir yerde böylesine kusursuz bir açıklık kazanmaz. Ancak yoklama sınavın da ötesine gider. Foucault bunun gelenkesel hastanelerde değil de, çağdaş hastanelerde doktorlar için bir alışkanlık haline geldiğine dikkati çeker. Ona göre disiplinli toplumun zırhlara bürünmüş yöntemleri beşeri bilimin doğuşunu olanaklı kılmıştır, ?bilinebilir insan (buna ister ruh, ister bireysellik, ister bilinç, ister davranış biçimi deyin) bu çözümsel kuşatmanın yönetim altına- alma ve gözetleme işleminin hedef-sonucunu oluşturur.(29)

ÇAĞDAŞ HAPİSHANE

Suçluların cezalandırılması konusunda insani yöntemlerin gündeme gelmesi Batı hukukunda oldukça yeni. Foucault?nun ?Hapishanenin doğuşu? kitabı, Batıda nasıl akıl almaz işkencelerin birer seyirlik oyun haline getirildiğine dair oldukça çarpıcı örneklerle doludur.(30)
Foucault?nun çağdaş hapishanenin yani 19. yüzyılın ilkyarısında hapishanenin doğuşu üzerindeki sonuç bölümünde yapmak istediği şey, disiplinin bu toplumsal epistemolojisinin sağladığı elverişli noktadan cezaevini incelemektedir. Bu amaçla biran için durup hapishanenin suçları caydırma ve suçluları düzeltmedeki başarısızlığına yönelik tekdüze eleştiriler üzerinde düşünmemizi ister. Sorunu tersine çevirmemiz gerekmez mi, diye sorar. Uzun süre yanıtsız kalan sorular genellikle yanlış sorulmuş sorulardır. Hapishaneler suçluluğu meydana çıkardıkları kadar suçlu gidermede başarılı olamamışlardır. Bu durum yalnızca rehabilitasyon yerine çok sayıda societates sceleris (yasadışı topluluklar) için teşvik edici bir rol oynamaları biçiminde deneysel olarak ortaya çıkmaz. Bu, bütünüyle iktidar / bilgi bakış açısının sonucudur: Hapishaneler, özünde, suçları ortadan kaldırmaktan çok ?ayırt etmeyi, sınıflandırmayı ve işlemeyi? amaçlayan ve böylelikle ? yasaların çiğnenmesini genel bir boyun eğdirme taktiği içinde özümlemeye yönelen? cezalandırma sistemlerini içerir.
Hapishane aslında, kesintisiz bir disiplin aygıtları ve ? yerel? kurumlar dizisi içinde, yalnızca sistemin ?saf biçimi?ni oluşturur. Bu nedenle işleyiş bakımından ? cezalandırma yetkisi temel de iyileştirme ve eğitme yetkisinden farklı değildir?; aynı mantık içinde ?insanları cezaya çarptıran otorite, bir mahpusluk sürekliliği / aracılığıyla denetlemeye, dönüştürmeye, düzeltmeye, geliştirmeye yönelik bütün öteki otoritelere de nüfus eder.?(31)

DİSİPLİN

.
Sonuç olarak Foucault cezalandırma ve mahpusluğu, hapishane ile zorunlu bir benzeşme olmaksızın, onunla aynı doğayı paylaşan bir şeyin içinde kurulu olarak görür. Bu, çağdaş uygarlığın özü olan ?disipinlilik?tir. Sözkonusu kitabın sonuçta cezadan daha çok disiplinden söz etmesinin nedeni de budur. Dolayısıyla, bir bütün olarak, Hapishanenin Doğuşu az inandırıcı unsuru olan çarpıcılıktan uzak Kültürkritik unsuruyla uyum içindedir. Çünkü Foucault?nun bize sunduğu şey onsekizinci yüzyılın Marcuse?cü bir anlatımıdır: Bu, Aydınlanma Çağı?nın büyük ölçüde Marcuse?ün ?tek boyutlu? kültürümüzün özü biçiminde tanımlamasıyla bir insandışılığın içselleşmesi çağı olarak belirdiği arsız bir tarihsel karikatürdür.(32)
?Disiplin ne bir kurumla ne de bir aygıtla özdeşleşebilir:O bir iktidar tipi, iktidarı icra etmenin bir tarzı olup koskoca bir aletler ,teknikler , usuller , uygulama düzeyleri hedefler bütünü içermektedir; O bir iktidar ?fiziği? veya?anatomisi? dir , bu bir teknolojidir.?(33)
Foucault?ya göre, benzer disipliner teknikler, hepsi de bireylerin yararlılık artışıyla ilgilenen hapishane modeline göre inşa edilmiş cezaevi benzeri kurumlarda (okullarda, hastahanelerde, tımarhanelerde, kışlalarda) geliştirilir. Karakteristik bir biçimde modern olan bu kurumlar daha aydınlanmış ve rasyonel bir çağın insani ürünlerinden ziyade yayılan bir iktidarın daha etken ve daha tedirgin edici araçlarıdır.(34)
Disiplinin sağlanması için dört temel koşul gerekmektedir.bu koşulların birincisi, ilk kez Rochefort?daki deniz kuvvetleri hastanesi gibi askeri hastanelerde geliştirilen hücresel uzam tarafından ortaya konan işlevsel ayrım yöntemlerinin en açık biçimde gösterdiği uzamsal düzenleme sanatıdır. Hücre biçiminde olsun ya da olmasın, disiplinli uzam ideali amacına ulaşır. Askerleri ve gençleri yönetmek için kışlalar ve yatılı okullar çok daha etkili araçlar olarak görülür.(35)
Disiplinin ikinci dayanağı etkinliğin denetimi olarak şunları kapsar: Bedensel hareketlere değin bütün davranışları düzene sokacak biçimde işçilerin ya da mahpusların günlük etkinliklerinin programlanması. Üçüncü dayanak talimdir. Uzun yıllar Ren gizemciliği ve Cizvit çileciliği tarafından yüceltilen bir dinsel pratik niteliğini taşıyan talim, yalnızca mağfirete erişme anlayışıyla dünyevi yaşamı düzenleme aracı olmaktan çıkıp, başta ordu ve okullarda olmak üzere ?beden ve zamanın siyasal teknolojisi?nde güçlü bir araç haline gelir.
Disiplinin dördüncü aracı da ?güçlerin bileşimi? ya da tabiye?dir. Bu alanda bireylerin bir arada büyük bir ustalık ve titizlikle yerleştirilmesi ve harekete geçirilmesi söz konusudur. Foucault?ya göre, disiplin, topluma resmi denetim ve düzenlemeler çerçevesinde etkide bulunmakla kalmaz, aynı zamanda davranışların baştan aşağı incelenmesine uydurulmuş ?küçük çapta bir ceza sistemi? de uygular.(36)

BEDENİN SİYASAL TARİHİ

Aslında Gözetleme ve Cezalandırma, tam olarak bedensel anlamda, bir genealoji (Nietzsche?ci eylem ve bilgi kalıplarının iktidar idaresi biçimlerine indirgenmesi) ortaya koymaya yönelik ilk sürekli girişim olarak nitelendirilebilir. Foucault bu konuda açıktır: Onun amacı bedenin siyasal tarihini anlatmaktadır.(37)

RUH BEDENİ HAPİSHANESİ

Ama aynı zamanda ruhun siyasl tarihini de anlatmaktır. Kendisinin ortaya koyduğu ?cezalandırıcı iktidarın mikrofiziği?ni çağdaş ?ruh?un genealojisi içinde önemli bir unsur olarak görür. Kaba materyalizm ile tartışmaya tutuşarak, ruhun bir kuruntu ya da ideolojik bir olgu olarak baştan savılmasının açıkca yanlış olduğunu öne sürer. Ona göre ruh tam tersine varolan bir şeydir. Ruh cezalandırılan, gözetlenen, ıslah edilen ve denetim altında tutulan kişilerde sürekli olarak kendisini gösterir. Disiplin ve sınırlamanın ürünü olan ruh, ?siyasal bir anatominin hem sonucu, hem aracıdır; ruh bedenin hapishanesidir.? Mahpus toplumda ruh bedeni hapseder. Özgürlüğümüz toplumsal disiplinler tarafından yerinden edilmiş olan bedensel yaşantımızda saklıdır.(38)

ELEŞTİRİ

Spierenburg Foucault?nun bir ceza sisteminden ötekine geçişi araştırmadığını, baskı biçimindeki değişiklikleri öteki toplumsal gelişmelere bağlantılandırarak açıklamadığını ve açık idamlara ilişkin çözümlemesini belgesel kaynaklara dayandırmadığını belirtir. Dosdoğru ?acı çektirme cezasını ve cezaların açık infazının birdenbire ortadan kalkmadığı?nı anımsatan Spierenburg ?Foucault?nun çizdiği görüntüyü aslında tarihsel gerçeklikten bir hayli uzak? sayar. Ona göre, belgesel dayanaktan yoksunluk, özellikle, Foucault?nun açık idamların doğasında bulunduğunu öne sürdüğü ?siyasal tehlike? savında, yani bu idamların zamanla ortadan kalkmasının nedeni olarak gördüğü denetlenmesi güç bir ayaklanma tehlikesine ilişkin savında çarpıcı biçimde ortaya çıkar.(39)
Son olarak, bir tarih yapıtı olarak Hapishanenin Doğuşunda görülen bir diğer aksaklık da, kitabın sunduğu açıklamaların yapısında yatmaktadır. Örneğin, Foucault?nun ana amaçlarından biri de cezaevlerinde hapsetmenin neden çok kısa bir sürede everensel olarak benimsendiğini göstermektir. Bir takım ceza reformcularını hapsetmeyi dışlamasına karşın, nasıl oldu da bu uygulama çabucak heryerde başarıya ulaştı? Foucault?nun yanıtı iki yönlüdür. Ona göre bunun nedeni (a) disiplinli hapishanenin içindeki insanları yararlı bir çalışma gücü haline getirmesi ve (b) halihazırda (ordu, fabrika, hastahane ve okul) gibi benzeri disipline edici kurumların yaşamın öteki alanında zaten işlemesidir. Birinci yanıt yükselen burjuvaziyi sınıf denetimi kurmakla suçlarken, ikinci yanıt ise bir bütün olarak Aydınlanma?da somutlaşan çağdaş kültürü ?mahpus toplum?u yaratmakla suçlamaktır.(40)
Baudrıllad?a göre Foucault?yu okurken son aşamada hep politik belirleyiciliğe sürtünmek zorunda kalırsınız.Foucault?nun metnine hapishane ,askeri birlik,akıl hastaneleriyle, disipline dayalı olan modeller şeklinde ortalığı sarmış olan bir biçim egemendir.Her nedense bu biçimin kökeninde artık üretim ilişkilerinin bulunmadığını görürsünüz.(41)

Her ne olursa olsun, Foucault?nun açıklamaları, tarihsel doğruluk bir yana, kendileri içinde geçersizdirler. Karel Wielliams?ın yerinde gözlemiyle gösterdiği gibi, Foucault?nun izlediği çözümleme türü sürekli olarak döngüsel bir yapıya yönelir: çözümlemenin vardığı sonuçlar daha başlangıçta ortaya konmuş durumdadır. Başka bir deyişle, buradaki yöntem kanıtını kendi içinde taşıyan bir sav niteliğinde olmaktadır. John Elster, Foucault?nun çoğu kez sonuç biçiminde dile getirilen sahte açıklamalara dayanak oluşturan ve ?sabit fikir haline gelen? bu maca yönelik arayış yanılgısına düştüğünü göstermiş bulunmaktadır. Elster?e göre, her ne pahasına olursa olsun amaca bulmaya yönelik arayışın bir kökü de teolojide yatmaktır.(42)

HAPİSHANENİN BAŞARISIZLIĞI

Foucault da hapishanelerin suçları caydırma ve suçluları ıslah etmedeki başarısızlığına şaşırmamamız gerektiğini ve hapishanelerin asıl amacının dolaylı olarak yeniden suç işlemeye özendirerek ve rastlantı sonucu suç işlemiş kişiyi sürekli bir suçluya dönüştürerek suçluluğu koruyup yaratmak olduğunu söylemektedir. Gerçi Foucault?nun süslü üslubu sonuç-açıklamanın doğrulanmış olmaktan çok öngörülmüş olarak ortaya çıkmasına olanak sağlamaktadır. Ama yürüttüğü usavurma ? hapishane ne işe yarar gibisinden ? culi bono bir sorunun yalnızca ötekiler arasında yol gösterici bir kılavuz olmayıp hapishanenin gerçek varlık nedenine ulaşmayı sağlayacak ayrıcalıklı bir yol olduğu biçimindeki varsayımı zorunlu kılmaktadır.(43)
Neticede, ateşte yakılan, atlara bağlanarak vücutları yollarda sürüklenen ya da parçalanan suçlular; bir dönemden sonra daha farklı yöntemlerle cezalandırılmaya ve ıslah edilmeye başlanmışlardır. Hukuk biliminde süre giden suç ve ceza tartışmaları, son birkaç yüzyılda insan onuru kavramını gündeme getirmekte daha bir ısrarcı olmuşlarsa bu konuda istenen noktaya gelinemediği de bilinen bir gerçek.(44)
Foucault toplumsal süreçleri herhangi bir insan topluluğuna dayandırmaktan özellikle kaçındığı, ama bunu bütünüyle bir yana itmediği yerlerde geniş ölçüde zamirsel fiiller, belirsiz ?olagelen? zamirler ve öteki fiil oyunlarına başvurur. Leonard?ın şu yorumu gerçeği tam anlamıyla yakalamaktadır: ?İnsan M..Foucault?nun bir işleyişi mi yoksa bir entrikayı mı açıkladığını tam olarak kestiremiyor.?Hapishanenin Doğuşu?nun sonlarına doğru ?mahpusluk? kavramı ya da (Soljenitzin?e açık bir öykünme olan) ?mahpus takımadalar? kavramı kişileştirlmiş bir biçimde yeniden ortaya çıkar. Böylesi yanılgılar müzmin yapısalcı bir zaafın, yani eylem ve niyetten yola çıkarak çözümleme biçiminden kaçınmanın bedeli olmaktadır. Aracının bertaraf edilmesi, özne metafiziğine düşme korkusundan kurtulmak için, zorunlu görülmektedir. (Böylece bu ikisi arasında zorunlu bir bağ varmış gibi davranılmaktadır.) Ancak doğrusunu söylemek gerekirse 1975 yılının gauchiste Foucaultculuğu içinde aracı geçiştirlir, ama yadsınmaz da. Bu bir bakıma radikallerin entrikaya dayalı tarih teorilerine duyduğu hoşnutluğa karşı bir sus payı olmaktadır.(45)

İktidar
Foucault?ya göre iktidar görevini yapar? o ne bir kurum ne bir yapı ne de bir güçtür.İktidar belli bir toplumda karmaşık bir stratejik duruma verilen addır?.O ne merkezi ne tek taraflı ne de egemen bir konumdadır.İktidar paylaşılan yönlendirilebilen , vardiya ve denetlemeler yoluyla iş gören bir şeydir.(46)
?Etkisini yalnızca beden üzerinde doğrudan gösterdiğini gizlemeyen aynı zamanda fizik dışa vurumlarıyla kendini yücelten ve güçlendiren bir iktidar; Kuralları ve yükümlülükleri , ihlal edilmeleri bir saldırı oluşturan ve bir intikama yol açan kişisel bağlar olarak değerlendiren bir iktidar ; Kesintisiz bir gözetim altında tutmayı sağlamadığı için etkisini yenilemeyi kendine özgü dışavurumların parlaklığı içinde arayan bir iktidar; Üst iktidar olma gerçeğini gözler önüne ayinsel olarak sererek yeniden kazanan bir iktidar.?(47)
Klasik dönemde iktidar aşkın bir adli söylemsel kertede, aşkın bir devlette ikamet eder. Modern dönemde ise egemenlik toplumsalın kendisine ikamet eder ve iktidar içkin bir halde toplumun kılcal damarlarında dolaşıma girer; devlet artık üzerimizde değil, aramızdadır.
Klasik iktidar delilerin, suçluların, fakirlerin ve boşta gezerlerin söylem ve yurttaşlıktan dışlanmaları yoluyla negatif olarak işler. Öte yandan, Modern İktidar pozitif olarak işler; bedenleri bireyselleştirir, normalleştirir ve toplumların yeniden üretime dönük çıkarları hem ekonomik hem de askeri/demografik doğrultusunda (yurttaşlığa dahil etme yoluyla) seferber eder.(48)
Klasik iktidar bedenler üzerinde edimde bulunur; modern iktidar ise içkin olacak, ruhlar üzerinde. Bu, zora dayalı bir iktidar biçiminden ahlaki ve terapatik bir iktidar biçimine doğru gerçekleşen bir değişme anlamına gelir. Klasik delilik bir ?zindanlar, işkenceler, zincirler, kesintisiz bir gösteri? meselesiydi negatif bir iktidar meselesi.(49)
.J.Boudrıllard?a göre Foucault?nun bu tek yanlı vardiya ve devretme terimleriyle açıkladığı iktidar kuramının bu naif ancak işlevsel bakış açısına karşı iktidar mübadele edilebilen bir şeydir yanıtı verilebilir.bu ekonomik anlamda bir değiş tokuş değildir bu tersine çevrilebilen bir ayartma ,bir meydan okuma ve bir kurnazlık düzeni anlamında değiş tokuş edilebilen bir iktidar anlayışıdır.(50)
Gelgelelim modern düşkünler evinde terapatik bir model hüküm sürdü ya da Foucault?nun belirttiği gibi, terapatik bir meşruiyet kaynağına sahip ahlaki bir strateji.
Foucault?ya göre klasik dönemdeki iktidarın negatif karakteri önemli açıdan hala hakları olan özneler olarak işleri gören mahkum ve deliye bile önemli bir özerklik alanı bırakmıştı.
Foucault?nun kitaplarının ürettiği ?şok?un nedeni, kimliği tehdit eden bir düzensizliğin içine akan iç görü şulesi değil, farklılaşmanın giderilmesinin teyit edilmesidir ve tek başına varoluşsal uygunluğa ilişkin kategori yanlışlığını açıklayabilecek kategorilerin bu çöküşlerinin teyit edilmesidir.
Foucault?nun günümüz toplumunun sorunlarından yüzlerce ışık yılı uzağında yer alan bir bakış açısından yazıyor gibi bir hali vardır.
Toplumsal reform (örneğin hapishanelerin reformuna) çabaları uğrundaki kendi çabalarının, ceza reformuna ?insani? yaklaşımın modern devletin ihtiyaçlarıyla ilişkili olduğunu sergileme tavrıyla hiçbir bağlantısı yoktur(51)
.

KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE CEZA POLİTİKALERINDAKİ DÖNÜŞÜMLER

?Ceza reformu?, günümüzde hükümet programlarının başlıca maddelerinden birini oluşturmaktır. Pek çok ülkede ceza yasaları değiştirilmekte, ceza evleri yeniden düzenlenmekte, ceza adaleti mekanizmasının çeşitli diğer unsurları gözden geçirilerek yeniden yapılandırılmaktadır. Reform çalışmaları 80?li yıllarda bazı merkez ülkelerde gündeme girmiş, 90?lı yıllarda dünyaya yayılmaya başlamış ve özellikle son bir kaç yıl içinde ivme kazanmıştır. Yeni ceza reform süreci, özellikle Güneyli ülkelerde ?demokratikleşme? sürecinin bir parçası olarak sunulmaktadır. Bu ülkelerdeki reform girişimcileri, ceza sistemindeki yenilenme ihtiyacını mevcut sistemin aksaklıklarına bağlamakta ve ?demokratik bir eksenin olduğunu iddia etmektedirler. Ancak ?reform?ların içeriğine yakından bakıldığında, getirilen yeniliklerin devletin daha otoriter bir rotada yeniden örgütlenmesini amaçladığı görülmektedir. Ceza reformunun yöneldiği bu amaç, 80?lerden bu yana Güneyli ülkelerde uygulanan ?demokratikleşme? süreçlerinin genel doğasına da uygun düşmektedir. Reform girişimlerine, cezaevlerinin temel kurumunu oluşturduğu modern cezalandırma süreci boyunca rastlanmıştır. Cezalandırma, iktidarın işleyiş biçimlerinden ve toplumun disiplin altına alınmasını sağlayan araçlardan biridir. Bu iktidar ilişkisi, sosyal, ekonomik ve politik faktörlere bağlı olarak çeşitli dönemlerde yeniden yapılandırılmıştır. Ceza sistemlerinde 18. yüzyılda görülen reform girişimlerinin de cezanın ?insancıllaştırılması?, ?yumuşatılması?gibi amaçlara yöneldikleri, daha ?insani? cezaların verilmesini hedefledikleri ileri sürülmüştür. Fakat reformun amacı olarak sunulan bu ?insani? temel, gerçekte cezalandırma iktidarının yeniden düzenlenmesinin bir retoriği olmuştur. Reform süreçleri, daha ince yeni taktikleri devreye sokmuş, cezalandırma sanatını yeni kurallara bağlamış, incelterek etkinliğini artırmış, evrenselleştirmiş, ekonomik ve siyasal maliyetini düşürmüş, daha az değil daha ?iyi? cezalandırmış, kısacası ?cezalandırma iktidarının yeni bir ekonomisini ve yeni bir teknolojisini? yaratmıştır (Foucault, 1992: 110). Bugün de, dünya çapında uygulamaya giren yeni ceza reformu benzer bir işlev yüklenmektedir. Bu anlamda, ?reform?un ortaya çıktığı yeni konjonktür, yeni bir insani duyarlılığın değil de, yeni bir siyasetin ürünüdür.(52)

Ceza Reformunun Dünya Çapında Gelişmesi

Ceza reform sürecinin dünya çapında gelişmesine yol açan etkenlerin siyasal boyutu, sosyal devlet modelinin terk edilmesine bağlıdır. Sosyal devletin çöküşü ile birlikte işsizlik ve açlık küresel düzeyde yayılmaktadır ve yoksulluğun derinleşmesi, mevcut siyasal düzen için potansiyel bir tehdit oluşturmaktadır. Ceza reformları, daha sert ceza kurallarını gündeme getirerek yoksulların tepkilerinin önlenmesi, bastırılması ve kontrol altına alınması temelinde biçimlenmektedir. Kısacası, sosyal devlet politikalarından sosyal kontrol politikalarına doğru bir geçiş süreci yaşanmaktadır ve bu sürece cezalandırma iktidarı, yeni koşullara uygun düşecek biçimde, toplumun itaatini, uysallaştırılmasını ve disiplin altına alınmasını güvenceye alacak şekilde dönüştürülmektir.
Yeni cezalandırma politikaları hapishanelerde kölelik benzeri bir statüyü yeniden üretme eğilimindedir. Hapishanelerdeki zorla çalıştırma programları, mahpusların ?bir meslek ve sanat öğrenmeleri?, ?yararlı etkinliklere katılmaları?, ?masraflarının kendilerince karşılanması? gibi topluma ?meşru? görünen amaçlarla yürürlüğe konulmaktadır. Ancak, hapishane kurumunun kendisinin meşruiyeti sorunu bir yana, yalnız çalışma programlarının meşruiyetini tartışılır kılan bir dizi etken söz konusudur: Her şeyden önce mahpuslar çalışmaya zorlanmaktadırlar, yani çalıştırma şiddet yoluyla sağlanmaktadır. Ayrıca, mahpuslarının çalışmalarının gerçek karşılığı da verilmemektedir. Buna ek olarak, mahpusların kazançlarının büyük bir bölümüne hapishane yönetimlerince el konulmaktadır.
1990?lı yıllardan bu yana hükümetlerin gündemlerini meşgul eden ceza reform sürecinin,ceza sisteminin ?demokratikleştirilmesi?, cezanın daha ?insancıllaştırılması?, hatta suçlunun ?ıslahı? gibi amaçları yoktur. Reform, cezanın etkinliğini artırmayı, ekonmik ve siyasal maliyetini düşürmeyi ve cezadan çıkar sağlamayı gündemine almıştır. Cezalandırma iktidarının yeni kuralları, bir yandan toplumu dışlanan geniş kesimlerinin hapishanelere gönderilerek ?elenmesinden?, diğer yandan cezanın topluma yayılarak olağanlaştırlmasından azami faydanın yaratılmasına yönelmiştir. Görünen odur ki, sosyal devletin tasviyesi ile birlikte dünya çapında yeni bir cezalandırma dönemi açılmıştır. Henüz başında olduğumuz bu dönem, suç ve cezayı, cezalandırma iktidarını, hapsetmeyi ve hapishaneleri her zaman olduğundan daha fazla sorgulamayı gerekli kılmaktadır. (53)

1Ahmet Cevizci ?Felsefe Sözlüğü? Paradigma yay. 2.Basım İstanbul 2000
2 Michel Foucault ?Hapishanenin Doğuşu? Çev.M.Ali Kılıçbay ,İmge yay. 2.Basım s.203
3 J.G.Merquior ?Foucault? Afa Yay.Çev.Nurettin Elhüseyni 1.Basım 1986 s.113
4 Cevizci s.208
5 Merquior s.114
6 Foucault s.34-36
7 Merquior s.115
8 Merquior s.116
9 Foucault s.115
10 Merquior s.118
11Foucault s.168
12 Merquior s.117
13 Merquior s.118
14Foucault s.149
15 Merquior s.118
16 Merquior s.119
17 David West ?Kıta Avrupası Felsefesine Giriş? Çev.A.Cevizci Paradigma Yay. 1.Basım Eylül 1998 s.240
18Merquior s.119
19http.www.?Küresel Panoptikon? Doç.Dr.Bahadır Akın
20 Foucault s.297
21Merquior s.120
22http.www. ?Küresel Panoptikon? Doç.Dr. B.Akın
23West s.241
24 Merquior s.120
25Foucault s.209
25West s.242
26 Merquior s.124
27Foucault s.274
28Merquior s.125
29http//www.?’Kulak Çekmek Serbest?
30 Merquior s.127
31 Merquior s.130
32Foucault s.316
33West s.145
34Merquior s.131
35Merquior s.131
36Merquior s.131
37Merquior s.133
38Merquior s.134
39Merquior s.136
40J.Baudrıllard ?Foucault?yu Unutmak? Çev.Oğuz Adanır Dokuz Eylül Yay.1.Basım İzmir 1998 s.54
41Merquior s.137
42Merquior s.141
43http//www.Kulak Çekmek Serbest
44Merqoior s.142
45Baudrıllard s.57
46Foucault s.105
47Mehmet Küçük ?Modernite Versus Post Modernite? Vadi Yay.3.Basım Nisan 2000 s.143
48M.Küçük s.147
49Baudrıllard s.58
50M.Küçük s.149
51http//www.Yasemin Özdek ?Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler?
52http//www.Y.Özdek ?Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki Dönüşümler?

K A Y N A K Ç A
FOUCAULT MİCHEL ‘Hapishanenin Doğuşu’
MERQUİOR J.G ‘Foucault’
BOUDRİLLARD JEAN ‘Foucault’yu Unutmak’
CEVİZCİ AHMET ‘Felsefe Sözlüğü’
KÜÇÜK MEHMET ‘Modernite Versus Postmodernite’
WEST DAVİD ‘Kıta Avrupası Felsefesine Giriş’
AKIN BAHADIR ‘Küresel Ponoptikon’
htpp://www.?Kulak Çekmel Serbest
ÖZDEK YASEMİN ‘Küreselleşme Sürecinde Ceza Politikalarındaki dönüşümler’

Hülya YALIM
Şubat 2004

Yorumun ne olacak?