Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce

attach.phpMEDYANIN UYANIK BEKÇİLİĞİ

Kitle iletişim araçlarının demokrasilerde ?üçüncü göz? olarak halk adına faaliyette bulunması ?dördüncü güç? olma vasfını kazandırmıştır. Ancak şu unutulmamalıdır iletişim araçlarınım işlevlerini yerine getirebilmesi siyasal sistemin ona tanıdığı özgürlük imkanları çerçevesinde gerçekleşebilmektedir. Bu noktada, siyasal sistemin iletişim sisteminin temel belirleyicisi olduğu asla gözden kaçırılmaması gereken bir olgu olmaktadır

Medya gerçekten ?toplumsal bir amaca hizmet etmektedir; ancak bu, oldukça farklı bir amaçtır: ?insanların zihinlerini, hükmetlerine? ve daha genel kapsamda toplumsal, ekonomik ve politik düzenin düzenlenmelerine ?erdemli bir bağlılık gösterecek biçimde eğitmek, liberal düzenin korktuğu türde bir demokrasi krizine katkıda bulunmayan medya, ayrıcalıklı kesimleri halkın kavrayışı ve katılımı tehdidinden koruyan uyanık bekçileri oluşturur. Eğer bu sonuçlar doğruysa, medyanın demokratikleşmesine yapılan ilk itiraz noktası gerçekler ve çözümleme ışığında apaçık ortaya çıkan bir yanlışlığa dayanmaktadır.(1)
Medyanın Anlam Haritası
Medyanın bize dünyayı belirli biçimde görmemizi sağlayacak bir ?referans çerçevesi? sunup ( ?anlam haritası kurduğunu? , medyanın mevcut sermaye yapısının gereği olarak ?yapısal bir yanlılık? içinde bulunduğunu , bunun da, statükocu bir ideolojik/politik nitelik taşıdığını iddia edenler vardır. Bu anlamda da, medya ne liberal anlayışın söylediği gibi ?gerçeği yansıtan?; ne de bir grup eleştirel çalışmanın iddia ettiği gibi ?çarpıtan? bir araç değil, ?gerçeğin belirli bir biçimde inşasına katılan temsil sistemlerinden birisi? dir. Bütün bu belirlemeler ise bizi ?medyanın tarafsız olamayacağı?, ek olarak medyanın taraflılığının basitçe, belirli bir siyasal partiden yana olmak biçiminde bir taraflılık olarak anlaşılamayacağı gibi bir sonuca götürür. Bu sorunu hep tekrarlanan ?gazetecinin tarafsızlığı? iddiası etrafında yeniden kurarsak demek istenilen şu: ?gazeteci tarafsız olamaz? çünkü; ?gerçeğe? ilişkin bilgimiz, her zaman mekan ve zamanla sınırlı bir bilgidir, kısmidir . İkinci olarak, gazeteci bu bilgiyi hayatta kendini konumladığı yerden/taraftan anlamlandırır ve söyler/yazar/gösterir. İşte tam burada, gazetecinin etik ve siyasal sorumluluğunun önemi devreye girer ve yapılan etik/siyasal tercih yansıyabildiği kadar haber kurgusuna yansır, taraflılığını ?dengeler?. Ancak, bu durumda da, ?taraflılık? bütünüyle kontrol altına alınabilmiş değildir; gazetecinin haberi çalıştığı medya kuruluşunun içinde bulunduğu ekonomik/siyasal çıkarların çizmiş olduğu editöryal duvara çarpabilir, ona ait olmaktan çıkabilir. Başka ifadeyle medya kuruluşunun yapısal yanlılığı da -eğer gazeteci haberini savunamıyorsa- haberi ?yeniden-taraflandırabilir.(2)
Medyada İçin İçin Kaynayan/Patlayan Anlam
Her geçen gün daha çok haber ve bilgiye karşın giderek daha az anlamın üretildiği bir evrende yaşıyoruz.Bu bakış açısından yola çıkarak üç varsayımdan söz edebiliriz:
Birinci varsayıma göre haber anlam(negantropik unsurdur) üretmekte ancak tüm alanlarda karşılaşılan genel anlam kaybını engelleyememektedir.İletişim araçları aracılığıyla istediğimiz kadar mesaj ve içeriğe yeniden topluma pompaladığımızı varsaysak bile anlamın yok oluş sürecinin hızı , anlamın pompalanma sürecinin hızından daha yüksektir bu durumda var olan iletişim araçları yetersiz kalacaklarından devreye ek iletişim araçlarının sokulması gerekmektedir.
İkinci varsayıma göre haberin anlamla hiçbir ilişkisi yoktur aktarılan haberden ne anlıyorsanız anlam odur.Haberin anlamı denilen şey bu tür bir şeydir.Oysa anlam başka bir şeydir.Anlam,Monod?un ?Rastlantı ve Zorunluluk? başlıklı metninde açıkladığı gibi sonradan ortaya çıkan bir şeydir.Bu açıdan haber enflasyonuyla anlam deflasyonu arasında hiçbir anlamlı ilişkinin bulunmadığı söylenebilir.
Üçüncü varsayıma göre ise haber enflasyonuyla anlam deflasyonu arasında, haber anlamı doğrudan yok ya da nötralize eden bir niteliğe sahip oldukça belirgin ve zorunlu bir ilişki vardır.Anlam yitiminin doğrudan iletişim araçlarıyla kitle iletişim araçlarının haberi eriten , ikna edici bir biçime sokan müdahaleleri ile bir ilişki vardır
Haber iletişim yaratan bir şey gibi sunulmaktadır.Boşa üretilen haber oranı muazzam boyutlara ulaşsa bile , genel bir ?consensus? dayanılarak bu haddinden çok anlamın toplumsalın kılcal damarlarına kadar dağıtılması istenmekte ve bu yüzden boşa üretilen haber kadar anlam üretimi konusunda da kimsenin sesini çıkarmadığı görülmektedir.
Haber kendi ürettiği içerikleri yok etmektedir.İletişimi ve toplumsalı yok etmektedir.Bunun iki nedeni vardır.
1-İletişim kurmak yerine sahneye koyduğu iletişim oyunu içinde kaynayıp gitmektir.Örneğin yönlendirici olmayan karşılıklı konuşmalar, konuşma hakkı tanımalar, izleyici telefonları, konuşmayanlara şantaj yapma yani ?Bu sizin sorununuz , haber demek siz demektir, vb.? Dört bir yanımız bu türden bir hayali içerik homeopatik (dozda) bir aşı ya da uyanıkken görülen düş türünden bir iletişim bir haber ağıyla sarılmıştır.Eleştirel düşüncenin bizi içine düşürmeye çalıştığı tuzakta budur çünkü kitlelerin aptal ve naif olduğu gibi bir ön yargı sayesinde ayakta durabilmektedirler.
2-İletişimin bu anormal boyutlara ulaşan görüntüsünün gerisinde iletişim araçları ve haber bombardımanının toplumsal yapıyı bozmaları engellenmemektedir.Öyleyse iletişim araçları toplumsallaşmayı sağlamaya yönelik araçlar değil ,toplumsalın kitleler içinde için için kaynamasını sağlayan araçlardır.(3)
Çoğunluğun Temsili

Medyanın söylediğine değil söylemediğine, sistematik olarak yer vermediğine, yapısal olarak ortaya çıkan yanlılığa baktığımızda siyasal iletişim açısından nasıl bir yere oturduğunu daha iyi anlayabiliriz. Dördüncü kuvvet olarak medya, çeşitliliği, çoğulluğu temsil ettiğine ilişkin bir iddia ile kendi etik hedeflerini belirliyor. Oysa medya çeşitliliği değil, çoğunluğu temsil ediyor. Diğer bir deyişle ?kamuoyunu? temsil ediyor. Marjinal, azınlıkta kalmış, sesini duyuramamış olanlar temsile kavuşamıyor. Diğer yandan çoğunluğa ait olan bu düşünceler, çerçeveler ve anlamlandırmalar silsilesi, aslında medyayı ve kapitalist pazar içindeki kâr amaçlı türlü girişimleri elinde bulunduran bir azınlığın bu çıkarlarını sürdürmekte dayandıkları siyasal düşüncelerin doğallaşmış biçimleri. Başka bir deyişle özel çıkarların kamusal bir çıkar tanımı içine sokulduğu ve bu biçimde meşrulaştırıldığı söylemler. Medya azınlığın çıkarlarını çoğunluğun çıkarlarına dönüştürürken, çoğunluğu temsil ettiği yanılsamasını yaratıyor.(4)
Büyük medyalar (özellikle, başkalarının genellikle izlemekle yetindikleri gündemi belirleyen elit medyalar) ayrıcalıklı izleyicilerini diğer iş yerlerine ?satan? kuruluşlardan oluşur. Bunların sundukları dünya tablosu satıcılarla alıcıların perspektif ve çıkarları ile ürünü yansıtıyorsa buna pek şaşırılmaz. Gerçekten medyaların mülkiyetinin yoğunlaşması ileri boyuttadır ve bu eğilim gün geçtikçe artmaktadır (5)
AYNA-AYNA SÖYLE BANA ?
Dursun?un Gazetecilik ve Habercilik adlı kitabında, haberi ?gerçeğin çarpıtılmış biçimi? ve ?gerçeğin temsil biçimlerinden bir tanesi? olarak gören iki eleştirel yaklaşımdan, ikincisi içinden ilerliyor, bunlardan birincisi, ?gerçeğin doğru ve olduğu gibi temsil edilebileceği? gibi -ki bize ?ayna? metaforunu hatırlatıyor- örtük bir varsayım taşıdığı için dışarıda bırakılıyor. Habere konu olan olay/olgu/?gerçek? (?trafik kazası?) ile onu anlatan/görüntüleyen haber arasında hiçbir zaman kapanmayacak bir fark/mesafe olduğunu; bu mesafenin de, bizzat ?gerçek? dediğimiz şeyin sorunlu niteliğinden kaynaklandığını söyleyerek, bize ?gerçeğin? ne olup ne olmadığına dair binlerce yıllık bir felsefi sorunsalın varlığını hatırlatıyor. Gazetecilik söz konusu olduğunda habere konu olan herhangi bir olaya ilişkin ?gerçek?, ancak bazı öğeleri, o da gazetecinin öznelliğinden geçerek (kısmen) yakalanabilen bir şey; bu anlamda da haber, bütün o göz boyayıcı taktikleriyle bize ?gerçeği? sunuyormuş gibi yapmasına rağmen, hiçbir zaman gerçeğin ta kendisi değil, sadece ?bir kurmaca? ya da ?inşa edici bir pratik.(6)
?I?LL BE YOUR MİRROR?

?I?ll be your mirror? ?sizin aynanız olacağım??ın anlamı ?sizin yansımanız olacağım? değil ?sizin tuzağınız olacağım?dır.
Modern zamanlarda kitleleri, yalnızca iki büyük olay ?baştan çıkardı.?Starların beyaz ışığı ile terorizmin kara ışığı.Bu iki olayın pek çok ortak noktası vardır.Tıpkı yıldızlar gibi starlar ve terorist eylemlerde ?yanıp sönerler? çevrelerini aydınlatmazlar, beyaz ve sürekli bir ışık göndermezler onların ışığı soğuk ve kesintilidir.Bir yandan insanı hayal kırıklığına uğratırken öte yandan da mest ederler;anide görünecekleri ve pek yakında gözden kaybolacakları bilindiği için büyüleyicidirler.Bitmek bilmeyen bir rekabet içinde kendi kendilerinin önüne geçerler.

Kitlelerin arzusunu dile getiren ?strateji uzmanları? ile bu stratejinin ?çözümlemesini yapanları? bir arada tutan söylem ;toplumsalın,siyasalın ya da onlardan arta kalanların baştan çıkarmaya ilişkin işleyişini tanımlayan söylemin içi siyaset alanının kendisi kadar boş:Bu işleyişi boşluğa yansıtmaktan başka bir şey yapmaz. ?Medya kitleleri baştan çıkarıyor? , ?kitleler kendilerini baştan çıkarıyorlar.?(7)
DELİNEN DENGELİLİK, NERDE GERÇEKLİK?
Maclean medyada yanlılığın tanımını şöyle yapıyor: ?Eğer bir öyküde yazarın yorumları ile anlatılan olgular arasında ayrım gözetilmiyorsa bu yanlı bir yazım biçimidir.? Bazı araştırmacılara göre ise yanlılığın iki şekilde ortaya çıktığı vurgulanmaktadır. Birincisi, birbirleriyle çakışan görüşler arasında ?dengeliliğin? olmayışı; ikincisiyse ?gerçekliğin? taraflı bir biçimde çarpıtılmasıdır. Ancak çoğu kez dengelilik ile doğruluk birbiriyle uzlaşmayan iki hedeftir. Yanlılık araştırmalarında en sık kullanılan ölçüt ise dengelilik ve taraflara eşit yer vermedir. Dennis McQuail?e göre yanlılığın çok sayıda olası görünümleri vardır. Belli bir görüşü destekleyen tartışma ve verilere yer verme; seçimi açık olarak belli etmeksizin taraflı biçimde olguların ve görüşlerin kullanılması; olgulara dayanabilecek bir haberde renklendirme amacıyla dil kullanımı ve bu yolla örtük biçimde de olsa bir yorum yapma; bir tarafa ilişkin olumlu noktaları göz ardı etme. Epstein ise medyada gerçekliğin kurulması sorununa şu şekilde eğiliyor: Muhabir haber olan olayı geçtikten sonra hemen bir karşı bakış açısını verir ve sonunda kendi sentezini sanki ?hakikat? bu ikisinin arasında bir yerde yatıyor gibi aktarır.?(8)
Gerçek
Gerçek? dediğimiz şey, her zaman bir temsil ya da aracıyla/dolayımla bize ulaşan bir şey. Ek olarak, her temsil edimi, her zaman bir yerden/taraftan gerçekleşiyor. Öyle ya, kameranızı gerilimin dorukta olduğu bir siyasal mitingde, güvenlik güçlerinin arasından katılımcılara çevirirseniz bu birincileri; tersine, katılımcılar arasından güvenlik güçlerine doğru çevirirseniz, bu defa da bu ikincileri ?saldırgan? olarak temsil etmiş olursunuz. Başka ifadeyle, haber bir kurguya dayanıyor, bu kurgu da gazetecinin/habercinin çoğu zaman gayrı-iradi olarak konumlandığı ancak her zaman ?siyasal? nitelik taşıyan, bir çerçeveleme içinde gerçekleşiyor. Yani, taraflanmadan bir gerçeklik kurmak (haber yapmak) mümkün değil. Dolayısıyla da haber, sadece tarafsızmış, nesnelmiş, dolayısıyla gerçeği anlatıyormuş gibi yapan, aslında ise bize kurgusal bir öykü anlatan bir şey.
Haberde Gerçek

Haberin gerçeğin hiçbir zaman tam kendisi olamayacağına, bunun imkansızlığına, onun sadece ?gerçekliğin temsillerinden bir tanesi? olduğuna ilişkin bu söylenenler, eleştirel yaklaşımın liberal yaklaşımdan ayrıldığı önemli noktalardan bir tanesi. Bir kez ı bu radikal argümanı besleyen felsefi gelenekten ilerlediğinizde, örneğin ABD?nin ikinci Irak saldırısı sırasında televizyon kanallarında sıklıkla duyduğumuz ?savaşa ilişkin bütün gerçeğin bize iletildiği? gibi iddialar savunulabilir olmaktan çıkıyor. Ya da yine artık savaşa ilişkin ?gerçek? neydi ve bize bunu kim, hangi kanal gösterdi, hangi gazete anlattı; CNN ile Fox TV?nin gösterdikleri mi savaşın gerçeğiydi, yoksa BBC veya El Cezire televizyonunun gösterdikleri mi; ya da Irak devlet televizyonunda Propaganda Bakanı El Sahaf?ın söyledikleri mi? gibi sorular sormanın anlamı kalmıyor. Çünkü, bunların hepsi bize orada olup bitene dair ayrı ayrı ?gerçeklikler? kurdular. Nitekim hatırlarsınız, kimi medya kuruluşları/gazeteciler için bu bir ?savaş?, kimileri için ?saldırı?, kimi diğerleri için ise ?özgürlük operasyon?uydu. Bağlı olarak failleri de, ?Saldırgan Güçler?, ?ABD-İngiliz Güçleri?, ya da ?Koalisyon Güçleri? idi. ? Şimdi bir kez daha soralım bu ifadelerin hangisi gerçekliği resmediyor? Ya da şöyle düşünelim, tam o sırada, biz Irak?da olsaydık ?savaşın bütün gerçeğini? görmüş olur muyduk? O halde söylendiği gibi, haberle, ?gerçek? diye kabul ettiğimiz arasında hep indirgenemez bir mesafe var.(9)

?Öteki?
Medyada ?öteki?nin temsili uzmana danışma tekniğiyle engelleniyor. Yapılan programlarda uzman kişiye danışılarak bir anlamda ?öteki?ne olan güvensizlik ortaya konmuş olunuyor. Hatta ?öteki?ni ilgilendiren konuların bile tartışıldığı programlar ?öteki?nin dışlandığı ona söz hakkının verilmediği bir tartışma alanı haline geliveriyor. Ekonomik krizin tartışıldığı tüm programlarda işçiyi ancak bir sendika yöneticisi temsil ediyor. Bu konuda Ayşe İnal Garnham ve Williams?ın çalışmalarından aktarıyor: Kuşak programlardan tartışma programlarına, pek çok farklı metne egemen olan ?bir bilene soralım? düşüncesi bir yandan tartışma programlarında temsilin yaygınlaşmasını engelleyen bir sorun olarak karşımıza çıkarken diğer yandan bu farklı medya metinlerinde kurulan iktidar ilişkileri yönetenlerin günlük politikalarını ve siyasal konumlarını meşrulaştırmada bir araç oluyor.?
Bir başka açıdan John Keane, egemenliğin ve ötekiliğin yeniden üretilişini ve medya hegomonyasını şöyle ele alıyor: Medya, her şeyi bilenlerin hiçbir şey bilmeyenlere karşı mücadelelerinde kullanacakları bir silahtı. Her şeyin tartışılması mübahtı, bir şey hariç: Kendi dünya görüşleri.
Tüm ideologlar gibi, kendilerinin tüm dünya için geçerli olmayı hak etmiş evrensel bir dil olduklarını varsayarak kendilerini eleştirilere karşı korumaya çalıştılar.? Kendi dünya görüşlerinin tartışılmasını istemeyenler kendi dünya görüşlerinin karşısında bulunan anlayışa da öteki muamelesi yapıyorlar. Medya egemenlerinin savunduğu anlayışın karşı kutbunda bulunanlar yok sayılıyor. Bu yok saymanın meşrulaştırılmasıysa yapılan tanımlamalar sayesinde oluyor.
Medya egemenleri tanımlamalarını kendi ideolojik çıkarları ile şekillendiriyorlar. Medya için dördüncü kuvvet kavramını kullananlar, medyayı çoğulcu demokratik siyasal sürecin ayrılmaz bir parçası olarak ele alırlarken, ona hem siyasetin içinde denetleme görevi veriyorlar, diğer yandan da, çelişkili bir yaklaşımla, bu denetleme görevini tarafsız kalarak yapması gerektiğini vurguluyorlar. Peki medyanın arkasına sürekli olarak sığındığı tarafsızlık nedir?
Tarafsızlık gerçekten ulaşılabilecek bir gaye midir yoksa bir çıkarlar silsilesine hizmet eden kavram mıdır? Halkın ve kaynakların sömürücü denetimi sistemi olarak anlaşılan emperyalizm hala canlı ve sıhhattedir. Aynı zamanda emperyalizme muhalefet ve direniş bugün 19. YY?ın sonundakinden çok daha şiddetlidir Unesco 1989?a kadar tek yönlü iletişim akışına karşı ve dengeli bir dünya iletişim düzeni kurulması yönünde yoğun bir şekilde çalışmıştır. Başarıların sınırlı kalmasının en başta geleni elbette ?ulusal iletişim politikaların? biçimlendiren, denetleyen ve uygulayanların zaten var olan duruma neden olan güç yapısının kendisinin veya ortağı olmasıdır.(10)
MEDYADA PROPAGANDA
Geleneksel çerçevede medyanın performansıyla ilgili tartışmalar arasında, medyanın düşmanca tutumu ile medya savunucularının verdikleri yanıtlar yer alırken, propaganda modelinin öngörülerine bağlı kaldığı için medya hiçbir şekilde eleştirilmez ya da böylesi bir eleştirinin düşünülebilecek bir yaklaşım olduğu kabul edilmez. Sözgelimi Hindiçin savaşları örneğinde, ABD televizyonunun, 1985?te geçmişe dönük bir dizi göstermesinin ardından sağ eğilimli medya gözlem kuruluşu Accuraif Media bir suçlama kaleme almış ve dizinin sözüm ona düşmanca aşırılıklarını eleştirenler ve diziyi savunanlarla sınırlı bir tartışma düzenlemişti.
Hiç kimse dizinin propaganda modelinin beklentilerine uyduğunu ileri sürmemişti; oysa uymaktadır. Reklam ve Propaganda Ekim Devrimi ve 1929 Ekonomik Bunalımı ile önem kazanmışlardır.Her ikisi de kitlesel fikir ya da mal üretimi kökenli olup başlangıçta iki ayrı şey iken zaman içinde birbirine meyletmiş olan iki kitlesel dil yetisidirler.
Propaganda önce politikacılarla, politik partilerin toplum nazarında o ana kadar oluşturmuş oldukları ?imaj? dan yararlanarak başvurdukları bir ?temel hedeflerini? kendilerini ve pratiklerini pazarlama ve satma yöntemi olmuştur.Rekabetin yani mal ve markaya yaslanmış bir toplumdaysa ileride tek ve hakiki bir büyük itici güç modeline dönüşecek reklama benzemeye başlamıştır.(11) Propoganda Modeli?ne göre medya haberlerin ve çözümlemelerin çatısını yerleşik ayrıcalıkları destekleyen bir çerçevede kurarak ve bu doğrultuda her türlü tartışmayı sınırlayarak, birbiriyle sıkı sıkıya kaynaşmış olan devletin ve şirketlerin çıkarlarına hizmet etmektedir.
Bir modeli adil bir sınavdan geçirmek için sistemli olarak, tarihin olanak tanıdığı kadarıyla birbirleriyle çift sayılan örnekleri (Amerika Birleşik Devletleriyle himayesindeki devletlerin sorumluluğuna taşıdıkları suçlar karşısında resmi düşmanların sırtına yıkılabilen suçlar; ABD?nin himaye ettiği devletlerde yapılan seçimler karşısında resmi düşmanların iyi uygulamaları özellikle düzenledikleri seçimleri) seçtik. Şimdiye kadar propaganda modelinin sonuçlarını destekleyen binlerce sayfa belge ortaya konmuştur.
Sosyal bilimlerin standartları bunu oldukça iyi bir biçimde doğrulanmış ve bu modelin öngörülerinin genellikle bir hayli parlak olduğu gözlenmiştir.(12)
Tüketim Toplumunda Arzu ve Duygular
Tüketim toplumunda arzu ve duygularda tüketim nesnesi haline gelir ve ?iyi yaşam? seçenekleri kısıtlanır başka değişle neyin daha çok arzu edileceğini ve tüketileceğini birey tarafından değil iş örgütlerince belirlenir.Bu da kültür endüstrisinin çeşitli ürünleri aracılığıyla yaydığı tüketim ideolojisi ve özerlikle reklamla gerçekleşir.(13)
Doğallığın karşısındaki en büyük düşman: İmajlar!
Günümüz dünyası imaj dünyası. Bu dünya insanları kategorilere bölerek, allayıp pullayarak ve en sonunda herbirinin ait olduğu kümeye uygun bir niteleme sıfatı ekleyerek kendini sürdürüyor.Dayatılan kültürel imgeler ve değer yargıları, oldukça iğreti durmalarının yanı sıra, arabesk bir toplumsal tablo ile karşı karşıya kalmamıza da sebep oluyor. Zira toplumun belirli bir kesiminde bunlar sorgulanmadan kabul görürken, diğer bir kesim tarafından ayrımsızca reddediliyor. Üçüncü bir kesim olan arada kalmışlarsa bu tabloya iyiden iyiye alacabulaca bir hava katıyor.
İnsanlar iyilikten, hoşgörüden daha genel bir ifadeyle insanlıktan uzaklaştırılıyorlar ve markalara, taklitlere, ünlü olmalara, önemli bulunmalara, ?bye bye?lara, mcchickenlara, kazanacakları ünvanlara hapsediliyorlar.(14)
Tepkisizliğe Dikkat !..
Reklam da haber gibi yoğunlaşmalara son vererek, tepkisizliği hızlandırmaktadır.Tüm anlam ve saçmalık oyunlarının bıkkınlık veren yineleme sürecine bakınız.Aynı şeyle iletişim düzeninin tüm düzenek ve yöntemlerinde de karşılaşabilirsiniz(ilişki kurma işlevi yani ?beni duyuyor musunuz?? ?beni izliyor musunuz?? ?konuşsa ya!?-gönderen sistemi işlevi hatta poetik işlev , anıştırma , ironi , söz oyunları , bilinçaltı bile buna dahildir).Tüm bunlar aynen porno filmlerde kimseyi kandırmayan ve yorgunluk emareleri gösteren bir müstehcenlik anlayışıyla sahneye konulan cinsel ilişkiye benzeyen bir şekilde sahneye konulmaktadır.
İşte bu yüzden reklamı bir dil gibi çözümlemek anlamsız bir girişimdir çünkü başka şeyler olmuştur yani bu dil (keza görüntü) dublörünü ne dilbilim ne de göstergebilim çözebilir.(15)
KOCAMAN VE İĞRENÇ DENİZ ANASI AMERİKAN MEDYASI
Medya Toplum ve Yönetim
Medyayı sadece bilgi fikir üretip yayan bir merkez olarak algılamaktansa siyasal ideolojik kültürel toplumsal bir mekanizma bir sistem olarak kavramak gerek. Medyatik ürünlerin toplum (yani yurttaşların herbiri ve hepsi) ve yönetim (siyasi ekonomik bu aralarda askeri iktidar) üzerine olan etkileri ve medyanın iki odakla ilişkileri üzerine durmak gerekir. Medya Noam Chomsky?nin de belirttiği üzere bir rıza imalat aracı. Norman Solomon ?Geleneksel Medyanın Boyun Eğdirme Arzusu? başlıklı makalesi muhabir – medyatik yapı ? yapı okur üçgenindeki ilişkileri irdeler. Susmak ve İşbirliği Solomon Irak?a yönelik saldırı arifesinde, Amerikan medyasının ısrarla işlediği temalar arasında ?Savaşın Kaçınılmazlığı?nın önemli bir yer tuttuğunu hatırlatıyor ve bu önerme ile, hatta daha da ileri gidip çatışmaların başlangıç tarihini de açıklayarak okuru pasif hale getirdiğini yazıyor.
Muhabir olsun, okur olsun, daha bu aşamada medyatik saldırıya boyun eğiyorsa savaş yanlısı propaganda kendine uygun bir zemin bulmuş demektir. Susmak işbirliğinin en önemli biçimidir diyen Solomon medyanın bu yayın stratejisi ile okuru henüz ilk bomba atılmadan pasif bir seyirci haline getirmenin amaçlandığını belirtiyor. Dünya tarihinde ilk kez bir saldırı başlamadan saldırının bu kadar geniş çaplı ve güçlü bir şekilde protesto edildiğini hatırlayacak olursak, medyanın bu stratejisinin savaş karşıtı gösterilere katılanları bile pasifize etmeye yönelik olduğunu anlıyoruz.
Savaş Karşıtlığın Görmezden Gelinmesi
Medya savaş karşıtı eylem ve fikirlerin yaygınlaşmasını önlemeyi amaçlıyor. Zaten bu hedefine ulaşabilmek için başta Amerikan medyası olmak üzere, tüm global medya Ocaktan bu yana süren savaş karşıtı gösterileri görmezden gelmeye çalıştı. Newyork Times Centiral Park?ta Şubat ayında 50 bin kişinin katıldığı ilk büyük gösteriyi haber olarak vermedi. Newyork Post ise gösteriyi ?Saddam ve El-Kaide yanlıları? diye yansıttı.
Keza Türkiyede Hürriyet gazeteside Şişlideki ilk savaş karşıtı gösteriyi ?islamcılarla eşcinseller barış gösterisi yaptı? başlığıyla aklınca karalayıp küçümsemeye çalıştı. Voltaire yaşasaydı, Fransız aydınlanmacılığının öncülerinden Walter?in 1767?de yazdığı bir satırı hatırlatıyor Solomon ?Sizi bir aptallığa inandırma gücü olan herhangi bir insan sizi aynı zamanda bazı haksızlıklar yaptırma gücüne de sahiptir.Solomon bu alıntıyı kendine göre şöyle değiştiriyor. ?İnsanlar aptalca fikirlere inandıkları sürece vahşi şeyler yapmaya devam edecektir.?(16)
Tüketim Toplumunda İletişim Medyanın küreselleştirici etkisi kitlelere yönelik gazetelerin ilk gelişim döneminde birçok yazar tarafından dile getirilmiştir.1982 yılında bir yorumcu modern gazetelerin çıkışı ile küçük bir köyde oturan bir kişinin çağdaş olayları yüzyıl öncesinin başbakanından daha iyi anladığını yazar.Gazete okuyan bir köylü ?Şili?deki devrim ile Doğu Afrika?daki gerilla savaşıyla,Kuzey Çin?deki soykırımla , Rusya?daki açlıkla? eş zamanlı olarak ilgilenir.
Buradaki önemli nokta insanların dünyanın her yerinden gelen , daha önceleri habersiz kalacakları olaylardan raslantısal olarak haberdar olmaları değildir.Önemli olan ?haberler?ile simgelenen bilgi birikimi olmaksızın modernlik kurumlarının küresel genişlemesinin olanaksızlığıdır , daha özgül bağlamlarda olduğundan belki de daha az belirgindir.(17)

İLETİŞİM UYSAL OLMAK MI, USSAL OLMAK MI?..
Bu gün modern toplumlarda iletişim ussallığın yeterince gerçekleştiğini söylemek olanaksızdır.Dolayısıyla güç konumları güncel yaşam iletişimlerini öncelikle iki açıdan çarpıtır;
1-Varolan düzenin yeterince kanıt gösterilmeden ve karşı kanıtlara değer verilmeyerek haklı gösterilmesi
2-Alınan politik kararların doğruluğuna kamuoyunda gerçek anlamda diyalog kurup özgürce tartışılmasına olanak verilmeden bireylerin inandırılması.
Kısacası modern toplumlarda iletişim ekonomik ve politik güç odakları tarafından kolaylıkla çarpıtılabilir.Bunun sonucunda hakça ve özgürlükçü bir sosyal yapının nasıl geliştirilmesi gerektiği konusundaki tartışmalarda ya engellenir ya da iletişimin çarpıtılması yüzünden, tartışma sonucunda gerçeğin bulunması olanaksızlaşır.(18)

SONSÖZ

Basın günlük olaylarla ilgili olarak bilgiye erişimi tam sağlamalıdır. Bu bağlamda haberin serbest dolaşımı önündeki engelleri ortadan kaldırarak, bilgi edinme hakkı esas alınmalı; tüm bilgilere erişen basın, bunu toplumun tüm üyelerine aktarmalıdır. Bilgi verme gerçeğe, doğruya, nesnelliğe ve dengeye özen gösterme gibi standartlar dikkate alınmalıdır.

1] Dr. Metin Işık ?Kitle İletişim Sistemleri? Eğitim yay. 1.Basım s.11
2]< Çiler Dursun ?Haber ve Habercilik Üzerine Düşünmek? http://www.medikronik.com/
3]Jean Baudrillard ?Simülakrlar ve Simülasyon? çev.Oğuz Atanır,Doğu Batı yay. 1.Basım 2003 s.125-129
4] Korkmaz Alemdar,İrfan Erdoğan?Öteki Kuram?,Erk yay.1.Basım,s.467

5]Noam Chomsky ?Medya Gerçeği?,çev.Abdullah yılmaz,Osman Akınbay,Everes yay.3.Basım 2000 s.22
6]Çiler Dursun ?Haber ve Habercilik Üzerine Düşünmek?,www.mediakronik.com
7] Jean Baudrillard ?Baştan Çıkarmak Üzerine?,Ayrıntı yay.,1.Basım2001,bkz.88-212
8] John Keane ?Medya ve Demokrasi?,çev.Haluk Şahin,Ayrıntı yay.1.Basım,İstanbul,s.58
9] Çiler Dursun ?Haber ve Habercilik Üzerine Düşünmek?www.mediakronik.com.
10]Korkmaz Alemdar,İrfan Erdoğan?Öteki Kuram? Erk yay.1.Basım,s.467
11] Jean Baudrillard,?Simulakrlar ve Simülasyon?çev.Oğuz Adanır,Doğu Batı yay.1.Basım 2003 s.137
12] Chomsky,s.17
13]Erhan Atiker ?Modern ve Kitle Toplumu?,Vadi yay.1.Basım,s.65
14] A.Eylül ?Kültürel Yapı Bozuklukları?www.kızılbayrak.org/2003/kb11
15]Jean Baudrillard ?Simülakrlar ve Sümilasyon?çev.Oğuz Adanır,Doğu Batı yay.1.Basım 2003 s.143
16] Ragıp Duran.ragip137@hotmail.com Bu e-posta adresi spam korumalıdır. Lütfen JavaScriptleri etkinleştirin.

17] Antony Giddens ?Modernliğin Sonuçları? Ayrıntı yay.çev.Ersin Kuşdil,2.Basım 1998,s.77
18] Atiker s.69
KAYNAKÇA
1-Dr. IŞIK METİN ?Kitle İletişim Sistemleri?
2- DURSUN ÇİLER ?Haber ve Habercilik Üzerine Düşünmek?
3- BAUDRILLARD JEAN ?Simülakrlar ve Simülasyon?
4-ALEMDAR KORKMAZ,ERDOĞAN İRFAN ?Öteki Kuram?
5-CHOMSKY NOAM ?Medya Gerçeği?
6-BAUDRILLARD JEAN ?Baştan Çıkarmak Üzerine?
7-KEANE JOHN ?Medya ve Demokrasi?
8-ATİKER ERHAN ?Modern Kitle Toplumu?
9- EYLÜL A. ?Kültürel Yapı Bozuklukları?
10-DURAN RAGIP ? ragip137@hotmail.com Bu e-posta adresi spam korumalıdır. Lütfen JavaScriptleri etkinleştirin. ?
11-GİDDENS ANTONY ?Modernliğin Sonuçları?

Hülya Yalım
Nisan 2004

Yorumun ne olacak?