Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce

Hayli uzun sayılacak bir yolculuğa aniden çıkmıştı adam.Yola çıkışından önce kimselere haber veremediğine üzülmüştü ama zaman geçtikçe bunu çok da sorun etmedi nasıl olsa bir şekilde yoldan arayıp haber verebilirdi aramak istediklerine bir şekilde ulaşabilirdi.

Beyaz günün birincisi

En uzun molanın verildiği yerde soğukluğuyla ünlenen şehirlerin birindeydi.Kışın ortasında böyle şehirlerin ıssız soğunu şehirlerarası yolculuklarda daha çok iliğine çeker insan.Doğal olarak nereden nereye gideceğini düşündüğünde yol uzadıkça uzar.Hatta her yolculuk bekleneden daha uzun sürmüş gibi gelir.

Bu uzun yolcuğun kısa molalarından birinde içten içe bir düşünce kendini iyice hissettirmişti elli beş kişilik mürettebattan birinin fikirleri bilinmeyen bir güç tarafından işgal edilmişti.İşgal gücünün etkisi bu kişinin mola verilen yerde içini ısıtmak için içtiği bulanık olduğu kadar da tavşan kanını tenzih eden çayın buharından nemlenen cama belli belirsiz vuran görüntüsü ele veriyordu.

Bir iki telefon görüşmesinden sonra bulunduğu mekanı sahiplenmekten hayli uzak olan ve geçici bir birliktelik yaşadığı ince belli küçük bardaktan aldığı son yudum sonrası bardağa bir şeyler söyler gibi baktı daha doğrusu baka kaldı. bardak adeta bu kısa süreli fakat hayli sıcak iletişimin farkında ve dinliyormuş gibi bir duruş sergiliyordu fakat adam anladı bunlar düşüncenin tuzaklarıydı bardak anlamaktan elbette ki uzaktı.

Bardağı şiddetten uzak fakat yumuşak da sayılmayan bir edayla yerine usulca bıraktı. Bardağın içinde kalan birkaç damla çay kendi içinde hafifçe sarsıldı.Göz ucuyla baktı fakat aldırmadı adam bu sarsıntıya… Nede olsa az sonra gelecek herhangi bir yolcunun sırrına da bardak ortaktı.Yolculuğun geri kalan zamanını kendi ikilemeni bardağa yüklediği düşünceye ayırmak üzere yola koyuldu adam.

Beyaz günün ikincisi

Takriben yirmi üç sularıydı.Gözü yolda olan adam sağa sola bakıp onu almak için yola çıkan arabayı beklerken soğukla olan hasbi hal hallerini hiç ama hiç beğenmiyordu çünkü artık bu tek taraflı ilişki iliğini kurutuyordu fakat soğuk bundan bezmiş görünmüyordu.Araba nerede kalmıştı bu küçücük şehirde trafiğe takılmış olamazdı herhalde?..

Neden araba çıkagelip bu soğuğun hakimiyetini sona erdirip sıcacık esinti ile kapıyı ağzına kadar açıp nispet edercesine kendini hissettirmiyordu neden?Tam da bu kısır döngü içinde gezinirken puslu soğuk geceden hayal mayal farkedilen bir ışık yaklaşıyordu gitgide…Yaklaş diye yakarıyordu adam yaklaş yaklaş evet biraz daha yaklaş gel. Bu yakarışlar tıpkı uzaktan kumandalı oyuncak arabaları yönlendiren birer komut görevini yapar diye ümit ediyordu .

Neyse ki işte beklenen an gelmişti onu almak için gönderilen arabaydı gelen rengi ve modeli hiç bir öğe taşımıyordu sanki çünkü o arabaydı hem de titreye titreye beklediği arabaydı gerisi yoktu daha doğrusu gerisi boştu. Sevimli bir ifade takınarak selam verdi şoföre fakat soğuktan gergin olan yüzü bu selamın kelam olmasından öteye gitmeyeceğini gösterir gibi olduğundan kısa sürmüştü.Daha arabaya binmeden istikamet hakkında bilgi almak istemesi bu gerginliği atmak için girişilmiş bir eylemdi sanki…

Beyaz günün üçüncüsü

Öğlen saatleriydi başka bir ilde başka bir evde ilgiyle uyanmıştı adam. Karla kaplı bir manzaraya dahil olmaktan duyduğu sevinci paylaşmak istercesine eli telefona ulaştı. Nedeni aslında çok açıktı.Meteor haberleri İstanbul’un karla kaplı hallerini günlerdir beklenmesine rağmen bir türlü söylemiyordu.

İşte şimdi birkaç güne kadar gibi haberler de Balkanlardan Avrupa?dan gelen rüzgarlarda bu makus talihi değiştirmeye yetmiyordu yazık ki…Bu da yetkililere göre susuz geçecek kötü bir yaz demekti İstanbullular için durum vahimdi rakamlarla bilgi veren şu meşhur uzmanlar 200 günlük su kaldığını bildiriyorlardı tüm felaket tellaklıklarını göstererek. Bu sene kar Doğu’ya kıyak çekmişti. Doğu kar altında can pazarında iken Marmara’dakiler süreklice rezarvazyon yapıp iptal ettikleri tatil planlarının tutmayışına hayıflanıp duruyorlardı, fütursuzca bir tutum içerisinde sayıp sövüyorlardı bazen de.

Ozon tabakasının yırtıldığını ekolojik düzenin bozulduğunu sıradan konuşmaların içerisinde bilgiç bir edayla söyleyenler ile dünyanın sonunu imzalamak için icazet bekleyip kıyamet senaryoları düzenleyenler ile sürüp gidiyordu tartışmalar.
Bir senaryo üretmek madem ki adettendi bizim de bir düşüncemiz vardı bu konuda diyordu adam zaten olmalıydı da…Gerçek şu ki doğanın bir adaletiydi bu durum ve insanı çok ayrıcalıklı kılıyordu .Dengenin oluşum sistemi çok basitti aslında ;beyaz Türkler ili beyaz Türkiye dengesi.Evet adam aradığı yanıtı bulmanın mutluluğuyla telefona sarılmıştı işte İstanbul’da Mesih kadar beklenen ve neredeyse Godot kadar beklenip de gelmeyen karla küçük bir şehirde buluşmak gökte ararken yerde bulmak gibi gelmişti adama ..Daha da önemlisi beyaz bir Türkiye içinde yer almak adamı bir müddetliğine de olsa beyaz Türk olmak duygusu kadar özel hissettirmişti.Bu beyaz etkiyle sarılmıştı telefona?

Herhangi bir düzen kurmaksızın konuşmanın akışına kaptırarak selam vermişti telefonun diğer ucundan gelecek selamın karşılığını beklemeden. Hızlı başlamıştı konuşmaya ilk cümleler karşı tarafında biraz yönlendirmesiyle de beyaz görüntüye verilmişti işte sihirli cümleler dökülmüştü beyaz bir kentte beyaz bir görüntüyle bembeyaz bir gün ışıldıyordu sözcüklerin arasında

Beyaz günün üçüncüsünün devamı

Dağları saran kar şehre inmekte gecikmemiş ve güzel bir görüntü çıkmıştı ortaya anlaşılan bunu betimlemek üç beş kelimeyle zor geliyordu adama bu yüzden yazmayı öneren telefonun karşısındakini dikkate alır bir tutum içerisinde yineledi yazmak evet gerçekten de yazmak gerekirdi yazmak iyi fikirdi yazmakla yaşananlar ölümsüzleştirilebilirdi.

Her ne kadar yaşanır anlatılmaz dense de yazmak bu işi yaşamaktan yaşatmaya bir beklentiydi .
Yazmakta karar kılındıktan sonra konuşmanın seyri biraz değişti. Planlananın aksine konuşma kendi akışında fonotik bir uyumla sürüyordu ki daha önceden sözü edilen mail konusuna gelindi ne olmuştu da bu fikirden dönülüp bir mesaj içinde nedeni kar?ın gelmemesine bağlanmıştı.Ama kendi içinde bir hesaplaşma yaşıyordu aslında ..

Ortamın ahengini bozmamak adına yanıtsız bırakmıştı karşıdaki sorulan soruyu… Doğal olarak bir kaç cümle üzerinde durup kendi içinde yanıtlıyordu soruyu .Sihir bozulmuştu .Şaşırması gerekirken haberdar olmuştu her şeyden bu sebepten ceza vermişti sözcüklere.Ancak bunu diyememenin acizliğiyle sorup duruyordu olan biteni ,şehri, bembeyaz bir örtü ile örteni Karı,birde yazıyı…

Laf arasında sıkıştırmıştı adam Hayy’dan gelip Hu’ya giden Zekeriya’nın oğlu peygamber adı Yahya?yı ,sahi nasıldı Yahya İncilci Yahya ,vaftizci Yahya Hiristiyalığa göre Yuhanna olan çocukken oyun oynamaya çağıran arkadaşlarına ben oyun için yaratılmadım diyen Yahya …?Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç bu son fasıldır, ey ömrüm nasıl geçersen geç? deyip ?Rintlerin Akşamı’nda gezen, ?Zil şal ve gül bu bahçede raksın bütün hızı …Şevk akşamında Endülüs üç def ‘ kırmızı…Deyip Endülüs te Raks Eden Yahya.

“Eller aya ben yaya” ama sen yine de bana tepeden bakma Yahya çünkü “bilirim onlar kimbilir kimin nesi ben Kahya Yahya”…Diye uzun uzun cevap verir telefonun diğer ucundaki sorulan soruya ama hep içinden, İçten içe gülümseyerek?

Yolculuğun yoruculuğundan kısaca fakat üzgünce söz ettikten sonra bu eziyetten alınan dersle uçakla şehri terk edeceğini belirti adam.Annesinin evinde anılarını tazeleyip çocukluğunun kenti ile hoşbeş edip geçmişini temize çekerken birden gerçekliğe geri geldiğini fark etti

.Bu bir bakıma hayatın hengamesine bir virgülle devam etmek gibi gelir adama ancak virgül nerde kalmıştır en son nerde kalmıştır bilmemektedir bunun sorun olmayacağının bilinciyle ve yaşadığı kentin hengamesinin nerden başlarsan bir yerinden yakalayabileceğinin garantisiyle İstanbul deyip bir virgül daha ilave etmek suretiyle konuşmasına devam eder?

Beyaz günün dördüncüsü ve son günü

Programlarla dolu bir gündü.İç içe geçmiş randevuları birbirine değdirmeden yürütmek XL bir zamanı taksimlerle ayırmayı gerektiriyordu ki ne yazık ki zamanı yazıyı yönetir gibi yönetip taksimlerle ayıramıyordu insan.Kente kar inmiyordu bir türlü beyaz Türkiye’nin aksine ancak memleket havaları hayli derinden hissediliyordu.

Bu havaları rüzgar değil yerellikle yoğrulmuş kişiler oluşturuyordu ki bu da hiç fena sayılmazdı hani.Esinti esintiydi nazı endam ederken reddedilmeye gelemezdi.Gök şendi yer bu şenliğe çok özendi.o gün Suriye’den gelen havası değil de tatlısı şabiyat tıpkı anlamı gibi popülerliğini getirmişti güne “ne arabın yüzü ne de şamın şekeri” deyimi tüm öğütlerinden feragat ediyordu bu durumda.Çünkü denilene göre bu tatlı baklavadan içindeki kaymak tabakası sayesinde ayrılırken bir çok kişiye önemli randevularını iptal ettirir cinstendi.

Kaldı ki bu tatlının ortasındaki kaymak tabakası açıldıkça yayılan bembeyaz görünümüyle neyi çağrıştığını söylemeye gerek dahi kalmamıştı.Her ne kadar beyaz Türkler ile beyaz Türkiye karşılaştırması ve bir denge unsuru yaratması kadar siyasi bir anlam aranıp toplumsal bir meditasyon etkisi kadar ulvi bir duruş serilemese de algıda seçicilik,Gestalt’in parça bütün ilişkisi gibi bir çok psikolojik kurama sığdırılabilirdi pekala.

Adam ?şu an Marmara denizinin üzerindeyiz 5 dakika içinde İstanbul Atatürk hayallimanındayız?anonsuyla irkildi. Bulutların arasından geçen uçak?ta uyuyakaldığını düşünüp yaşadıklarının rüya olma olasığının hesaplarını yaparken _yerin bilmem kaç fit üzerinde bunu kontrol edecek telefon etme imkanı da yoktu üstelik_ancak o başka bir ayrıntıda kaybolup gitti gördüğü şey beyaz bulut muydu yoksa şehri kar kaplı beyaz bir örtü mü sarmış olma hayalleri mi refakat etmişti bu kısa süreli uzak yollu yolculuğa?..

Hülya Yalım

03.02.2007

Yorumun ne olacak?