Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce

Oyun oynamayı kimden öğrendik, çocuklar mı yetişkinlerden, yetişkinler mi  çocuklardan?      oyun oynayan insan

Kim kime öykündü insanlar mı hayvanlara, hayvanlar mı insanlara bilinmez.

Hayatın kendisi bir oyun fakat bu oyunu iyi bir ele sahip olanlardan ziyade kötü bir eli iyi oynayanlar kazanır aslında.

Dolayısıyla oyun yaşamımızın her anında var. “Ağır ol sana molla desinler” kültüründen gelip de oyun oynamanın ciddiyeti üzerine bir şeyler söylemek hiç kolay olmuyor doğrusu ama ilk önce oyunun kurallarını öğrenmeli, sonra da herkesten iyi oynamayı.

Bakın Jean Paul  “oyun insanın ilk sanatıdır” diyor. Ferdinant Stangel’ göre  ise oyun hayatın kuvvetlendirilmesi ve tamamlanmasıdır.

Bizde de enfes sözler deyimler vardır oyun üzerine “karamanın koyunu sonra çıkar oyunu,yenik pehlivan oyuna doymaz” diye.

Dar anlamda oyun, boş vakti değerlendirmek için yapılan eğlendirici bazen de öğretici faaliyettir.

Tribünlere oynamak “ali cengiz oyunu” oynamak kapı gıcırtısına oynamak gibi türleri dışında çeşitli oyun türleri vardır:

çocuk oyunları, spor oyunları, kumar oyunları, dans ve halk oyunları,tiyatro oyunları, bilgisayar ve video oyunları, satranç,dama gibi masa oyunları,bulmacalar ve zeka oyunları.

Demek ki; yaşamımızın her adımında kültürümüzün her evresinde oyun var diyebiliriz. -Devamı »

 

seçim kahramanları

İktidar sevdasıyla  yürütülen tutarsız yaklaşımlarla gittikçe siyasetten soğuduğumuz bir dönemde,açıklanan aday adayları arasında her şeyden önce insanlığına kefil olunacak adayların isimlerini görmek ne kadar mutluluk verici.

Malum İstanbul Türkiye seçimlerin genel prototipini oluşturduğundan, buradaki aday adayları açıklandıkça siyasi partiler hamlelerini oluşturmakta gecikmiyorlar fakat kamuoyunu heyecanlandıran birkaç aday her zaman ön plana çıkıyor.

İtiraf edeyim ismi zikredilen adaylar arasında beni en çok, büyükşehir belediye başkan  aday adayı Sırrı Süreyya Önder ile,Fatih belediye başkan  aday adayı İlhan Dabakoğlu’nun adları umutlandırdı.

Sırrı Süreyya Önder’in adaylığını duyduğum ilk anda “Guguk Kuşu” filmindeki Jack Nicholson’nun canlandırdığı  McMurphy karakterine benzettim . Hani taştan yapılmış bir  çeşmeyi topraktan ayırıp taşıma girişimde bulunan ve başaramayınca da “en azından denedim” diyen  McMurphy’ye.

Bu yüzden Önder’in kazanıp kazanmaması çok önemli değil, denemesi bile bana çok anlamlı geliyor.

İlhan Dabakoğlu’nun Fatih belediye başkan aday adaylığını Cumhur Amca’yla paylaştığımda,yıllar önce Siirt’te belediye başkan yardımcılığı yaptığı dönemde verdiği hizmetten dolayı halkın sevgi ve saygısını kazanan Dabakoğlu’na Cumhur Amca tarafından    “Kasabanın Sırrı” filminde  Anthony Quin’nin canladırdığı İtalo Bombolini  ismi  verildiğini bu vesileyle öğrendiğimde gerçekten çok şaşırdım.

Bambolini verdiği mücadele ile bir kasabayı kaostan çıkarıp, hiç öyle beklentisi   yokken halkın kahramanı oluyor aslında.

-Devamı »

 

alayına oran halayına ritmRitm  duygusunun insana hayli farklılık kazandırdığını zamanla öğreniyor insan.

Hiçbir enstrüman çalmadan sadece müzik kulağına sahip olmak bile kişiye hayli  ayrıcalık katar gerçekten. Öyle zamanla öğrenilebilecek bir yetenek de değil bu üstelik.

“Müzik kulağı” olan birini çalınan bir parçaya elleriyle tutturduğu tempodan bile anlamak mümkünmüş, düşünsenize?

Doğuştan gelen bu yeteneği bir insanın bebekliğinden gözlemleyebilirmişiz pekâlâ. Sadece aynı senenin  çocuklarının aynı melodiye verdikleri tepkilere bakılması bile yeterliymiş bunu anlamaya.

Birçok matematik kuramı notalar üzerinden hareketle oluşturulduğu gibi aynı zamanda hemen bütün matematik kuramcılarının müzikle ilgilenmesi de elbette tesadüf değildir.

Ya vücudunu bir enstrüman gibi kullanıp ritmin her vuruşuna ahenkle uyum sağlayanlara ne demeli?

Her bir bölümünü ayrı ayrı oynatıp bedenine bu denli hükmetmek hiç kolay olmasa gerek.

İlk kez duydukları bir melodiyle kısa sürede senkronize olmalarının bir sırrı var mıdır bilmem ama…

Ben güzel oynayan insanı çok beğenir çok etkilenirim ne yalan söyleyeyim.

Fakat bir o kadar da oyun bilmediği halde “uydum imama” zihniyetiyle oyun alayına dahil olan ritm duygusu bir yana; ellerini, kollarını direksiyon sallamak  dışında kullanmamış, oyun oynamaya zerre yeteneği olmayan kişilerin de oynayışlarıyla görüntü kirliliği yarattığı düşüncesindeyim.

Sözünü ettiğim kişiler bazen ısrar üzerine kalkıp vücutlarını gelişigüzel hatta akrobatik hareketlerle oynatıp gereksiz yere komik duruma düşüyorlar.

Dolayısıyla hem onlara yazık oluyor, hem de buna maruz kalan ahaliye aslında…

Hakkıyla oyun oynamanın veya bu yetenekten bir nebzecik dahi nasibini alamamanın en büyük nedenlerinden birinin de  genetik etkenler olduğuna inanç hayli yüksek.

Bunu anlamanın en kolay yolu ailelere bakmaktan geçiyor. Eğlence kültürü  olan ailelerin içinde büyüyen çocuklar böyle bir gelişim içinde oluyorlar ister istemez ama bu tek neden değil elbette.

Kişinin doğasında  bu ya var oluyor, ya da ne yapsan olmuyor orası kesin.

Yani el şakırdatmakla,  gerdan kırmakla, bel kıvırmayla, göbek atmakla, döktürüp, sallamakla olmuyor bu iş.

Müziğin melodisine göre  ayrı figür oluşturanlar çok etkileyici  oluyorlar   bu yüzden onlarca kişi arasında nasıl parıldıyorlar ama değil mi?

Tam da burada ” Dila Hanım” filminde Kadir İnanır’ ın oynayışı hatırlansın lütfen.

Demem o ki; yordamıyla oyun oynayana hepimiz  hayranlıkla bakarız.

Kabul edelim  oyun oynamayı bilenle, bilmeyen bir olmuyor işte…

Dila Hanım filminin son karesinde Kadir İnanır’la Türkan Şoray’ ın birlikte oynadıkları muhteşem oyunda vurulmalarına rağmen, elleri kanlı bir şekilde  oyunlarına devam ettikleri sahnenin filmin konusundan daha çok hatırlandığına eminim.

Yani oyun işi bu kadar mühim. -Devamı »

 

derinligimi kaybettim hukumsuzdur

 

Çok yüzeysel yaşıyorum artık.

Okuduğum kitaplar eskisi kadar etkili değil üstümde, seyrettiğim filmleri; hani biri sorduğunda öylesine anlatırken bile zorlanıyorum, çünkü filmi henüz seyretmişken neredeyse seyrettiğim salonlarda bırakıyorum.

Yediğim yemekler bile yüzeysel…

Konuşmalarıma da yakında tesir eder belki bu yüzeyselliğim, ama hiç önemsemiyorum.

Böyle daha uyumlu daha doyumluyum, kıvamım eksik olsa da zeytinyağı gibi üste çıkmamla sona erer kıvam arayışı.

Beklentilerimi bile kısa tutuyorum artık.

Ne bir metin çözme kaygısı taşımak var artık, ne de bir sözün peşinden günlerce sürüklenmek…

İlgili ve yüzeysel olma felsefesini güdüyorum sanki.

“Bazen yüzeysel olmak da ihtiyaçtır” dedi  “bir hoş Seda” diye andığım arkadaşım  Seda ve ekledi; “yüzeysele kaçamasak eğer bu dünya tutmaz bizi”  Seda ziyadesiyle haklı aslında.

Her şeyi derinden yaşayan insanların akıbetine bakınız,gerçekten de sonuç hiç iç açıcı değil.

Program oluşturmak yerine daha çok dahil oluyorum artık galiba.

Olagelen bir durum da bile yüzeyselliğimi muhafaza etmeye çalışıyorum.

Sorumluluklarımı yerine getirmek dışında bir kaygım bile yok. “Olduğu kadar, olmadığı kader” diyen Mevlana’dan yola çıkarak…

Gelişi güzel yaşıyorum böylelikle…

Batıni değil, zahiri bir durum söz konusu oluyor ki ; her şey görünenden ibaret, gerisi berisi yok sanki.

Ayrıntılar yok, tafsilatlar yok.

Kat-i değil sath-i bir çizgide oluyorum ister istemez.

Bıraktım ne zamandır her yerde, her şeyde mana aramayı ve anlam bulmayı.

Gayeyi arayıp amaca varmayı. -Devamı »

felsefesiz ilahiyat

Felsefesiz ilahiyat olabilir mi?

Neden olmasın ki…

Mantıkla eleştiren, analiz eden, sorgulayan, gerekçelendiren, felsefesiz ilahiyat şeker gibi bir ilahiyat olur ne güzel…

Zaten olan dersler felsefenin bizatihi kendisi olan dersler değil, felsefe tarihi olduğuna göre hiç kayıp yok…

Belki de böylesi daha iyi felsefe “varmışşş gibi” olmaz en azından.

Bu yüzden değerli hocalar 300 sene öncesine dönüyoruz diye üzülmesinler İslamda felsefenin kaderi böyle…

Filozofların inançlı veya zındık olup olmadıklarına dair yapılan tartışmalardan biraz olsun uzak kalmış oluruz böylece…

İlahiyat okuyanlar eskisi gibi meleklerin cinsiyetlerinin olup olmadığı tartışsınlar,

dinde de korku imparatorluğu oluştursunlar,her şeyde yaptıkları gibi burada da ikilik yaratsınlar, yazmayı yasakladıkları gibi düşünmeyi de yasaklasınlar dilerlerse…

kavimler göçünde karanlıkta olan Avrupa’yla felsefeyi buluşturan İslam filozoflarıydı oysa…

Ülkemizde felsefe denince akla siyaset ile mizah geliyorken,felsefeciler deli,kaçık,garip gibi sözlerle anılıyorken, felsefenin ilahiyat bölümünde yer almamasının  neyine üzülelim allasen?

-Devamı »